SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED (S.A.S)

UHUD SAVAŞINDAN SONRA
Cabir’in (r.a) Babasının Borçlarını Ödemesi
Abdullah bin Amr (r.a), Uhud savaşında şehid düşmüş, geride altı kız çocuğu ve yüklüce bir borç bırakmıştı. Yahudilerden sadece birine 30 deve yükü hurma borcu vardı. İki hurma bahçesi varsa da bahçeler, borçlarını karşılayabilecek kadar ürün vermiyordu. Hurma mevsimi geldiğinde, alacaklıları oğlu Cabir’i (r.a), babasının borçlarını ödemesi için sıkıştırmaya başladılar.
Cabir(r.a), Hz.Peygamber (s.a.s)’e gelerek yardım istedi. Hz.Peygamber (s.a.s), alacaklıları çağırarak, hurma bahçelerinin bütün mahsulünü alarak borçlarını silmelerini teklif ettiyse de alacaklılar bunu kabul etmediler. Ertesi gün Hz.Ebubekir (r.a) ve Hz.Ömer’i (r.a) de alarak Cabir’in (r.a) hurma bahçesine gitti. Cabir (r.a) onlara hurma bahçesini gezdirdi ve yemek ikram etti. Ayrılacakları sırada Hz.Peygamber (s.a.s),
- Allah size mübarek kılsın!
diyerek dua buyurdu. Sonra da,
- Git hurmanı topla! İyi cins olanlarını bir tarafa, diğerlerini bir tarafa ayır! Sonra bana haber ver!
diyerek bahçeden ayrıldı. Cabir (r.a) söylenilenleri yaptıktan sonra, Hz.Peygamberi (s.a.s) tekrar çağırdı. Hz.Peygamber (s.a.s) kalktı ve hurma bahçesine gitti. Alacaklılara haber verildi, onlar da eşeklerle ve çuvallarla geldiler. Hz.Peygamber (s.a.s), hurma yığınlarının en büyüğünün çevresinde üç kere dolaştıktan sonra oturdu. Sonra Cabire (r.a),
- Şu alacaklılarını yanıma çağır!
buyurdu. Alacaklılara hurma yığınlarından ölçülüp ölçülüp verilmeye başlandı. Sonunda borçların hepsi ödendi. Cabir şöyle anlatıyor:
- Yeter ki, Allah (c.c) , babamın borcunu ödesin de, vallahi ben, kız kardeşlerimin yanına bir hurma ile bile dönüp gitmeye razıydım. Halbuki, Rasulullah (s.a.s), bütün alacaklılara hurma verdiği halde, bir hurma bile eksilmediğini görüyordum. Hurma bahçesinin en küçüğünün mahsulü, bütün borçları ödemeye kafi gelmişti.
Cabire (r.a)de 17 deve yükü hurma kalmıştı. Cabir, (r.a) Hz.Ömer’le (r.a) oturduğu bir sırada, Hz.Peygamberin (s.a.s) yanına gelip, son durumu haber verince, Hz.Peygamber (s.a.s), Ömer’e dönerek,
- Ne söylüyor, dinle!
buyurdu. Hz.Ömer de (r.a),
- Biz zaten senin Allah’ın (c.c) peygamberi olduğunu biliyoruz! Vallahi, Sen muhakkak Allah’ın peygamberisin!
diye cevap verdi.
***
Cabir bin Abdullah (r.a) anlatıyor:
Rasulullah ile birlikte Zatürrika seferine çıkmıştım. Dönüşte, zayıf ve yaşlı bir devenin üzerinde bulunuyordum. Deve yoruldu, kafileden geri kaldım. Rasulullah (s.a.s) yanıma geldi:
- Ey Cabir! Sana ne oldu ki, geride kaldın?
- Ya Rasulallah! (s.a.s) Beni şu devem geride bıraktı.
- Deveni çöktür ve elindeki değneği bana ver!
İkimiz de develerimizden indik. Değneği alıp, onunla deveme bir kere vurdu. Sonra,
- Haydi, bin!
dedi. Bindim, deve yürümeye başladı. Rasulullah’ı (s.a.s) hak din ve kitapla gönderen Allah’a yemin ederim ki, devemin sürati onun devesini geçiyor, ben de yularını çekerek geçmesine engel olmaya çalışıyordum. Yolda konuşarak giderken, Rasulullah (s.a.s) :
- Ey Cabir! (r.a) Bu deveni bana satar mısın?
- Ya Rasulallah! (s.a.s) Onu sana ancak bağışlarım!
- Bağışlamak olmaz, fakat sen onu sat!
- Öyle ise ya Rasulallah! (s.a.s) Bedelini belirle!
- Bir dirheme aldım!
- Hayır!
- İki dirheme aldım!
- Hayır!
Resulullah (s.a.s) devenin bedelini bir ukiye’ye (40 dirhem) kadar yükseltti.
- Kabul ettim ya Resulallah! (s.a.s) Deve Senindir artık!
- Aldım kabul ettim!
Öğleye doğru devenin başını çekip Resulullah (s.a.s)’ın mescidinin kapısına kadar vardım. Mescide yakın bir yerde oturup bekledim. Resulullah (s.a.s) çıkıp deveyi görünce:
- Nedir bu?
- Ya Resulallah! Bu deveyi Cabir (r.a)getirdi!
- Cabir nerede?
“Resulullah (s.a.s) çağırıyor!” diye bana bağırdılar. Yanına koştum.
- Şimdi mi geldin?
- Evet!
- Mescide gir de iki rekat namaz kıl!
Mescide girdim ve iki rekat namaz kıldım. Bilal’i çağırdı.
- Cabir’le git de, kendisine bir ukiye ver!
Hz. Bilal (r.a) ile birlikte gittim. Bana bir ukiye verdi ve biraz da fazlasını verdi. Dönüp evime giderken, Resulullah (s.a.s)’ın gönderdiği bir adam gelip bana yetişti. Rasulullah’ın (s.a.s) çağırdığını haber verdi. Yanına gittim. Resulullah (s.a.s)’ın devemi beğenmediğini ve geri vereceğini zannediyordum:
- Deveni al ve götür!
- Ya Resulallah! (s.a.s) O benim değil, ancak senin devendir!
- Al götür deveni!
- Ya Resulallah! (s.a.s) O ancak senin devendir!
Al götür deveni ey kardeşimin oğlu! Devenin yularını tut! Deve senindir! Bedeli de senindir!
***
Kureyş müşriklerinin lideri Ebu Süfyan, Uhud’dan ayrılacakları sırada Hz.Ömer’le, (r.a) gelecek yıl Bedir’de buluşup savaşmak üzerine anlaşmışlardı. Aradan geçen bir yıllık sürenin dolması yaklaşınca, Hz.Peygamber (s.a.s), verdiği söze uyarak Bedir’e gitmek için hazırlıklara başladı. Öte yandan Ebu Süfyan da savaş hazırlıklarına başlamıştı. Fakat bu yıl savaş istemiyordu.
Bu sırada Nuaym bin Mesud adında Medineli ve henüz Müslüman olmamış birisi Mekke’ye gelmiş bulunuyordu. Müşrikler ondan Medine’deki durumu sordular. Müslümanların savaş hazırlıklarının başlamış olduğunu öğrenince, Ebu Süfyan Nuaym’a bir teklif getirdi:
- Muhammed ile arkadaşlarına “Bedir’de buluşup savaşalım” diye söz vermiştim. Zaman dolmuş bulunuyor. Halbuki, bu yıl kıtlık, kuraklık ve zor bir yıldı. Bu yıl Muhammed’le karşılaşmak istemiyorum. Karşılaşmadığım zaman ise onlar bize karşı cesaretlenecekler. Sen, hemen Medine’ye yetiş. Bizim yanımızda dayanılmayacak kadar kuvvet olduğunu bildirerek Muhammed ve arkadaşlarını bizimle çarpışmaktan vazgeçir. Buna karşılık da sana yetişkin 20 deve verelim!
diye teklifte bulundu. Nuaym da bunu kabul etti. Devesine atlayıp, son sürat Medine’ye geldi. Müslümanları savaş hazırlığı içinde buldu:
- Siz nereye gitmek, ne yapmak istiyorsunuz?
- Bedir’de, bu mevsimde buluşup savaşmak için Ebu Süfyan’a söz verdik.
- Ne kötü bir gidiş! Ne kötü bir karar! Bence, evlerinize gidip oturun! Eğer Bedir’e gitmeye kalkarsanız, kaçabilenlerden başkası kurtulamaz! Ebu Süfyan’ın yanında çok sayıda kuvvet toplanmış durumda!...
Müslümanların arasında dolaştı durdu. Sonunda onların kalplerine korku düşürmeye muvaffak oldu. Medine’de bulunan münafıkların da yardımıyla Müslümanları çarpışmadan vazgeçecek hale getirdi.
Durum Hz.Peygamber (s.a.s)’e kadar ulaştı. Fakat Hz.Peygamberin (s.a.s),
- Allah’a yemin ederim ki, yanımda hiç kimse olmasa bile, ben tek başıma Bedir’e gideceğim!
buyurması üzerine, Müslümanlar kendilerine geldiler, tuzaktan kurtuldular.
Hz.Peygamber (s.a.s), 1.500 kişilik bir kuvvetle Medine’den ayrıldı. Bu sırada hazırlıklarını tamamlayan Ebu Süfyan da 2000 kişilik bir kuvvetle Mekke’den yola çıktı. Fakat bir süre sonra korkuya kapıldı:
- Biz Nuaym’ı Medine’ye Müslümanları Bedir’e gelmekten vazgeçirmesi için göndermiştik. Halbuki, biz yola çıktık. Bir veya iki gece ilerledikten sonra döneceğiz. Ey Kureyş topluluğu! Sefere çıkmanız için, hayvanlarınız için otun, içeceğiniz sütün bol olacağı bir yıl daha uygun olur. Halbuki, bu yıl kurak ve kıtlık bir yıldır. Ben geriye dönüyorum, siz de dönün!
Kureyş ordusu Mekke’ye geri döndü. Fakat Mekke’ye dönüşleri hoş karşılanmadı. Mekke’nin bazı ileri gelenleri,
- Verdiğimiz sözden caydığımızı görünce, Müslümanlar bize karşı cesaretlenecekler!
diyerek yeniden savaş hazırlıklarını başladılar.
Hz.Peygamber (s.a.s), Bedir’de sekiz gece kaldı. Ebu Süfyanı bekledi. Sonra da Medine’ye geri döndü.
Hz.Aişe’ye (r.a)Yapılan İftira
Hz.Peygamberin (s.a.s) eşi Hz.Aişe (r.a) anlatıyor:
Rasulullah, (s.a.s) sefere çıktığında, hanımlarından birisini de yanına alırdı. Beni Mustalik’e yapılan seferde de kura bana çıkmış, Rasulullah (s.a.s) ile birlikte ben yola çıkmıştım. Yolculuk sırasında deve üzerindeki hevdeç üzerinde taşınıyor, konaklama yerine gelindiğinde yine hevdeç içinde indiriliyordum.
Sefer dönüşü, Medine’ye doğru yola çıkmıştık. Medine yakın bir yerde konakladık. Gecenin bir kısmı orada geçirildikten sonra hareket emri verildi. Harekete geçileceği sırada boynumdaki gerdanlığımı kaybettiğimi fark ettim. Aramaya koyuldum. Fakat bu arama beni yoldan alıkoydu. Beni içinde sanarak, hevdecimi deveye yüklemişler ve deveyi sürüp gitmişler.
Gerdanlığımı, ordu ayrılıp gittikten sonra buldum. Hemen konaklama yerine geldimse de kimseyi bulamadım. Hedveçte beni bulamayınca, aramak için gelirler diye düşündüm. Çarşafıma bürünüp yanım üzerine uzandım. O sırada gözlerimi uyku bürüdü, uyumuş kalmışım.
Safvan bin Muatal, ordu hareket ettikten sonra arkasından gelip, geride unutulmuş şeyleri kaybolmaması için toplamak ve bir sonraki konak yerine götürmekle görevlendirilmişti. Sabaha doğru bulunduğum yere gelmiş, uyuyan bir insan karaltısı görünce baş ucuma gelmiş ve beni görünce tanımış. Şaşırarak, “İnna lillah ve inna ileyhi raciun” dedi. Sesine uyandım ve çarşafımı yüzüme örttüm. Vallahi, onunla ne bir kelime konuştum, ne de bundan başka bir söz işittim
Safvan devesini getirerek çöktürdü. Hemen kalkıp deveye bindim. Kendisi de devenin yularından çekerek, askere yetişmek için süratle ilerlemeye başladı. Sabaha kadar askerin arkasından yetişemedik. Ancak ordu konakladığı zaman onlara yetiştik.
Safvan’ın, Hz.Aişe’yi (r.a) deve üzerinde getirdiğini gören Abdullah bin Übey, “Demek peygamberin hanımı, bir adamla gecelemiş, sonra da adam, devesinin yularından tutup onunla yanınıza gelmiş” diyerek ilk yaygarayı koparmış. Diğer münafıklar da ona katılmışlar, ordugah bu söylentiyle çalkalanmış. Vallahi, benim bunlardan hiç haberim olmadı.
Sonra Medine’ye geldik. Çok geçmeden ağır bir hastalığa yakalandım. Bir ay kadar hasta kaldım. Meğer, bu sırada halk, iftiracıların uydurduğu iftiralara dalmışlar. Ben ise bunlardan hiçbir şey sezmemiş ve anlayamamışım. İftiralar, Rasulullah (s.a.s) ile babama ve anneme kadar ulaşmış. Fakat onlar da bana hiçbir şey bahsetmiyorlar. Yalnız, daha önceleri hastalandığım zaman, Rasulullah’tan (s.a.s) gördüğüm lütuf ve iltifatları bu hastalığım sırasında göremeyişim ve kendisi yanıma geldikçe adımı anmadan “Hastanız nasıldır?” diyerek dönüp gidişi beni şüphelendiriyor ve üzüyordu. Ama ortada dönen kötülüklerden de hiç haberim yoktu.
Aradan 20 gün kadar geçtikten sonra, hastalığımı atlatmış, iyileşme dönemine girmiştim. Gece vakti, Mistah’ın annesi Selma Hatunla ihtiyaç gidermek üzere dışarı çıkmıştık. Selma Hatun’un ayağı takılıp düşünce,
- Mistah yüzünün üzerine düşsün, kahrolsun!
diyerek oğluna beddua etti. Ben de,
- Ey ana! Sen ne diye oğluna beddua ediyorsun!
dedim. Cevap vermedi. İkinci kere de aynı şekilde davrandı. Fakat yine soruma cevap vermedi. Üçüncü kere yine ayağı takıldı ve
- Mistah yüzü üzerine düşsün, kahrolsun!
- Ey ana! Sen oğluna ne diye beddua edip kötü söz söylüyorsun? Bedir savaşında bulunmuş olan bir kimseyi mi kötülüyorsun?
- Bak hele şu saf tazeye! Sen söylenilenleri işitmedin mi? Vallahi, ben ona ancak sana karşı olan suçundan dolayı böyle söylüyorum!
- O ne söylemiş ki?
diyince, Selma Hatun, söylenilenleri birer birer anlattı. Bunun üzerine hastalığım geri geldi, hatta hastalığıma hastalık katıldı. Geri döndüm. O kadar ağladım ki, ağlamaktan ciğerlerim kopacak sandım. O sırada Rasulullah (s.a.s) selam verip yanımıza girdi. Yine ismimi anmadan, “Hastanız nasıldır?” diye sordu ve tek kelime dahi konuşmadı. Artık kendimi tutamadım:
- Ya Resulallah! (s.a.s) Ben şimdiye kadar hiç görmediğim eziyeti görüyorum! Bana müsaade etsen de annemin yanına gitsem, hastalığıma orada bakılsa olmaz mı?
dedim, gitmeme izin verdi. Ben babamın evine gelip, olayın iç yüzünü araştırmak istiyordum. Rasulullah (s.a.s), yanıma bir yardımcı verip beni babamın evine gönderdi. Eve gelince annemi aşağıda, babamı da evin damında Kur’an okuyor buldum. Annem:
- Kızcağızım! Sen ne için geldin?
- Allah (c.c) sizi affetsin! İnsanlar benim hakkımda neler söyleyip duruyorlarmış da bana hiçbir şey anlatmadınız! Benim hakkımda söylenenler neymiş?
- Kızcağızım, sen kendini hiç üzme! Sağlığını düşün! Vallahi, bir kadın, senin gibi güzel ve kocası yanında sevgili olsun da, onun hakkında bir takım laflar çıkmasın, pek nadirdir!
- Subhanallah! Demek insanlar benim hakkımda bir takım kötü şeyler konuşuyorlar! Babamın bundan haberi var mı?
- Evet!
- Resulullah’ın (s.a.s) haberi var mı?
- Evet!
Gözlerim yaşlarla doldu, ağladım. Babam Ebubekir, (r.a) Kur’an okuyordu. Sesimi duyunca indi. Anneme,
- Nedir bunun hali?
- Hakkında söylenilenlerden haberi olmuş?
Babamın gözleri yaşla doldu. Evime dönmem için bana söz verdirdi. Ben de döndüm. O gece sabaha kadar hep ağladım, durdum. Ne gözümün yaşı diniyor, ne de gözüme uyku giriyordu. Ağlaya ağlaya sabaha çıktım.
Annemle babam yanımda oturdukları ve ben de ağlamakta olduğum bir sırada, Rasulullah (s.a.s) içeri girdi. Selam verdikten sonra oturdu. Halbuki, hakkımdaki konuşmaların başlamasından beri, yanımda hiç oturmamıştı. “Ey Aişe” diyerek söze başladı:
- Senin hakkında bana sözler erişti. Sen bunlardan uzaksan, yakında, Allah (c.c) bunu açıklayacaktır. Yok eğer, böyle bir günaha yaklaştıysan, Allah’tan bağışlanma dile ve Ona tövbe et! Çünkü kul günahını itiraf eder ve arkasından da tövbe ederse, Allah (c.c) onun tövbesini kabul buyurur!
Rasulullah (s.a.s)’ın sözleri bitince, gözümün yaşı kesildi. O derece kesildi ki, artık bir damla bile bulamıyordum. Hemen babama dönüp,
- Rasulullah’a (s.a.s) bu konuda benim adıma cevap ver!
- Vallahi, ne diyeceğimi bilemiyorum!
Anneme dönüp,
- Rasulullah (s.a.s)’a bu konuda benim adıma cevap ver!
- Vallahi, ne diyeceğimi bilemiyorum!
Bunu üzerine, şehadet getirip, Allah’a (c.c) hamd ettikten sonra söze başladım:
- Vallahi, ben anladım ki, siz bu lafları duymuş hatta onlara inanmışsınız. Şimdi ben size, “düşündüklerinizden uzağım” desem, ki ben bu kötülükten uzağım, beni doğrulamazsınız. “Ben kötü bir iş yaptım” diyecek olsam, ki Allah (c.c) biliyor ben böyle bir şey yapmadım, beni hemen doğrularsınız. Vallahi, ben, kendim için, Yakub’un oğulları ile olan örneğinden başka getirecek bir örnek bulamıyorum. Yakub (a.s) o zaman,
Bir de gömleğinin üzerinde sahte bir kan (lekesi) getirdiler. (Ya'kub:) "Hayır! Dedi, nefisleriniz sizi aldatıp (böyle kötü) bir işe sürükledi. Artık (bana düşen umutla) güzel bir sabırdır. (Bu) anlattıklarınız üzerine, yardımı istenecek ancak Allah'tır."
12/18
Ya'kub (a.s.) gömleği yüzüne-gözüne sürüp "Bu güne kadar, bu kurt gibi ağır başlı yumuşak huylu bir kurt görmedim. Oğlumu yemiş de sırtındaki gömleği yırtmamış." diye söylendi (Beydâvî).
Sabr-ı cemîl: İnsanlara şikâyette bulunmaksızın gösterilen sabırdır.
- demişti.
dedim ve yatağıma dönüp yattım. Vallahi o zaman ben, yapılan iftiradan uzak olduğumu, Allah’ın beni bu durumdan kurtaracağını biliyordum. Ama Kur’an’da okunan bir ayet indireceğini beklemiyordum.
Daha Resulallah (s.a.s) yerinden kalkmamış ve evde bulunanlardan kimse evden çıkmamıştı ki, Resulullah (s.a.s)’ı vahyin şiddetinden terlemek gibi vahiy alametleri bürümeye başladı. Vahyin inişi sırasında, kış günlerinde bile kendisinden, inci gibi ter dökülürdü. Üzerine elbisesi örtüldü. Başının altına da deriden bir yastık kondu.
Ben ne korktum, ne de aldırış ettim. Çünkü bu fenalıktan uzak olduğumu biliyordum. Annemle babama gelince, söylenenler doğru çıkacak diye ödleri kopuyordu. Neredeyse, korkudan cansız yere düşüvereceklerdi.
Vahyin ağırlığı üzerinden kalktığı zaman Rasulullah (s.a.s) sevincinden gülüyordu. Bana ilk söylediği söz şu oldu:
- Müjde ya Aişe! Yüce Allah seni iftiradan temize çıkardı!
Ben o sırada öfkelenmiş bulunuyordum. Annem, babam bana:
- Kalk, yanına git de, Resulullah’a (s.a.s) teşekkür et!
- Vallahi, ben ne kalkıp onun yanına varırım, ne Ona ne de sizlere teşekkür ederim! Ben ancak, sizin duyup da reddetmediğiniz o iftiradan beni temize çıkaran ayetleri indiren Allah’a (c.c) hamd ederim.!
- Sen bu sözü Resulallah’a (s.a.s) mı söylüyorsun?
- Evet!
Kur’an-ı Kerimde bu konuyla ilgili olarak inen ayetler şunlardır:
O iftirâyı uydurup çıkaranlar, şüphesiz içinizden (münâfık olan küçük) bir gruptur. Siz onu, kendiniz için şer sanmayın. Bilakis o sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günah (nisbetinde cezâ) vardır. Onlardan (elebaşılık yapıp) o günahın büyüğünü yüklenen (Abdullah b. Übeyy) için de büyük bir azap vardır.
24/11
Erkek ve kadın mü'minlerin, kendi vicdanlarında iyi bir zanda bulunup da: "Bu, apaçık bir iftirâdır" demeleri gerekmez miydi?
24/12
O(nlar iftirâları)na, dört şâhit getirmeli değil miydiler? Madem ki şâhitleri getirmediler, o halde onlar, Allah katında yalancıların ta kendileridir.
24/13
Onu işittiğiniz zaman: "Bunu söylememiz bize yakışmaz, hâşâ! bu büyük bir iftirâdır" deseydiniz ya!
24/16
Eğer îman edenler iseniz onun (iftiranın) benzerine dönmenizi Allah size, ebedî olarak yasak ediyor.
24/17
Âyetteki "ya'izuküm" lafzı İbn Abbas (r.a.)'a göre, "Size haram ediyor, sizi nehyediyor" demektir (Hazîn, III, 354; Celâleyn).
Allah size âyetleri açıklıyor. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sâhibidir.
24/18
Hayâsızlığın (serbest bırakılıp) mü'minler içinde yayılmasını arzu edenler için, gerçekten dünyada ve âhirette acıklı bir azap vardır. (Bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.
24/19
(İnsan tabiatının yanısıra, İslâm inanç ve ahlâk ilkelerine aykırı olan edepsiz sözler, cinsel arzuları uyandıran dar, şeffaf, açık saçık giysiler, zinalar, eş değiştirme oyunları, eşcinsellikler vb. hepsi birer hayâsızlıktır. [krş. 2/168-169; 29/45]
Eğer üzerinize Allah'ın lütfu ve rahmeti olmasaydı ve Allah pek şefkatli ve merhametli bulunmasaydı (hemen cezânızı verirdi).
24/20
<<<Öceki Sayfa Sonraki Sayfa>>>
Kaynaklar : | Peygamberler Tarihi – M.Asım Köksal Hz.Muhammed’in Hayatı – Martin Lings Feyzü’l Furkan – Hasan Tahsin Feyizli |