SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED (S.A.S)

SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED (S.A.S)

HENDEK SAVAŞI

Hendeğin Kazılması
Hz.Peygamberin (s.a.s) Medine’ye hicretinin beşinci yılında, Mekkeli müşrikler, Hayber Yahudileri ve Kureyşlilere yakın bir çok Arap kabileleri ile anlaşarak Müslümanların üzerine yürümeye karar verdiler. Hızla hazırlıklar tamamlandı ve ordu Ebu Süfyan’ın komutasında Mekke’den yola çıktı. Yolda katılanlarla birlikte sayıları 10.000 kişiyi buldu.

Mekke’de savaş hazırlıklarına başlandığı haberi ulaştığında, Hz.Peygamber (s.a.s) Müslümanların ileri gelenlerini topladı ve durumu onlara haber verdi. Yapılması gerekenler konusunda fikirlerini sordu. Selman-ı Farisi (r.a):
- Ya Resulullah! (s.a.s) Biz Fars (İran) toprağında, düşman atlılarının baskınından korktuğumuz zaman, etrafımızı hendeklerle çevirip, kendimizi savunurduk. Ya Resulallah! (s.a.s) Burada da hendekler kazıp, arkasına çekilsek?

Selman-ı Farisi’nin (r.a) bu fikri, Müslümanların hoşuna gitti. Medine’nin çevresine Hendekler kazıp savunma yapma fikri benimsendi. Hz.Peygamber (s.a.s), atına bindi. Mekkeli ve Medineli Müslümanların ileri gelenlerinden bazılarını yanına alarak hendek kazılması gereken yerleri tespit için keşfe çıktı. Medine’nin sadece bir tarafı düşman saldırısına açık ve tehlikedeydi. Diğer tarafları saldırıya geçit vermez bir durumdaydı.

Komşu Beni Kurayza Yahudilerinden, hendek kazma işinde kullanılmak üzere kazma, kürek, ip, sepet gibi araç-gereç istendi. Beni Kurayza Yahudileri bunları vermekten kaçınmadılar. Çünkü Müslümanlar ile yaptıkları anlaşma devam ediyordu ve onlar da Mekkelilerin Medine’ye girmelerini istemiyorlardı.

Hendek kazma işine Mekkeli-Medineli, yaşlı-genç bütün Müslümanlar katıldı. Toplanan orduların Medine’ye ulaşması için bir haftalık bir süre kalmıştı. Hz.Peygamber (s.a.s) de yer kazmakta ve sepetle toprak taşımaktaydı. Sahabilerin,
- Ya Resulallah! (s.a.s) Bizim çalışmamız yeter. Sen çalışma, otur!
demelerine,
- Ben de sevabınıza ortak olmak istiyorum!
diyerek cevap veriyor ve çalışmaya devam ediyordu. Hendekte çalışanların sayısı üç bin civarındaydı. 
***
Hendek savaşının olduğu yıl, zor bir yıldı. Medine’de kıtlık hüküm sürüyordu. Hendek kazmak için var gücüyle çalışan Müslümanlar aynı zamanda açlık çekiyorlardı.

Beşir bin Sad’ın (r.a) kızı anlatıyor:
Annem Amre, beni çağırdı. Eteğime iki avuç hurma koyduktan sonra, 
- Kızım! Git de baban ile dayın Abdullah bin Revaha’nın yiyeceklerini ver!
dedi. Giderken Rasulullah’a (s.a.s) rastladım. Babamla dayımın yerlerini sordum. Resulullah (s.a.s):
- Kızım, buraya gel! Yanındaki nedir?
- Ya Resulallah! (s.a.s) Bu hurma! Annem, bunu, babam Beşir ile dayım Abdullah yesinler diye gönderdi. 
- Getir onu!
Ben de, yanımdaki hurmayı Resulullah’ın (s.a.s) iki avucuna döktüm. Getirdiğim hurmalar avuçlarını doldurmadı. Sonra, bir örtü getirilmesini emretti. Örtü getirilip serildi. Hurmayı örtünün üzerine koyduktan sonra, yayıp dağıttı. Yanındakilere, 
- Yemeğe gelin!
diye hendek kazma işinde çalışan herkesi çağırmalarını emretti. Herkes toplanıp, yemeğe başladılar. Hurma yendikçe artmış, örtünün kenarlarından dökülüp taşmıştı.

Cabir bin Abdullah (r.a) anlatıyor:
Resulullah (s.a.s) karnına açlıktan taş bağlamış bulunuyordu. Biz de üç gündür bir şey yememiştik. Kendisinden evime gidip gelmek için izin istedim. Evime gelince hanımıma:
- Peygamberde (s.a.s) öyle bir açlık gördüm ki, dayanılır bir hal değildir. Yanında yiyecek bir şey var mı?
- Vallahi, yanımızda şu oğlakla bir ölçek arpadan başka bir şey yok!
Oğlağı kestim. Hanımım da arpayı el değirmeniyle öğütüp un yaptı. Eti çömleğe koyup pişirmeye başladık. Hamur mayalandı. Ben Hz.Peygamberin (s.a.s) yanına döndüm:
- Ya Resulallah! (s.a.s) Benim azıcık yemeğim var. Yanına bir veya iki kişi al da yemeğe gidelim.
- Yemeğin ne kadar?
- Bir ölçek arpa ile bir oğlaktan ibaret!
- Hem çok, hem de güzel bir yemek! Hanımına söyle, ne eti, ne de çömleği çıkarsın!
Orada çalışmakta olan halka seslendi:
- Ey hendek halkı! Kalkın, Cabir’in ziyafetine gidiyoruz!
Hepsi kalktılar. Hemen eve döndüm. Hanıma:
- Allah iyiliğini versin! Rasulullah, (s.a.s) yanında bulunan herkesle yemeğe geliyor. Rezil olacaksın!
- Resulullah (s.a.s), yemeğimizin ne kadar olduğunu sana sormamış mıydı?
- Sormuştu, ben de söylemiştim!
- Onları sen mi davet ettin, yoksa, Rasulullah (s.a.s) mı davet etti?
- O davet etti!
- O zaman bırak! O senden daha iyi bilir!
Resulullah (s.a.s) evimize geldi. Yanındakilere,
- Birbirinizi sıkıştırmadan içeri girin!
buyurdu. Gelenler onar kişilik gruplara ayrıldılar. Rasulullah (s.a.s) yemeğe bereket duası yaptıktan sonra hanımıma:
- Ekmek yapmada sana yardım edecek bir kadın çağır da seninle birlikte ekmek yapsın! Çömlekten de kepçe kepçe al! Sakın çömleği tandırdan ayırma!
Resulullah (s.a.s), tandırdan ekmeği ve eti çıkarıp parçalamaya ve ekmeğin üzerine et koyarak gelenlere vermeğe başladı. Davetlilerin hepsi doyup kalkıncaya kadar böylece devam etti. Bir hayli de yemek arttı. Sonra hanımıma,
- Bu kalanı da hem kendin yersin, hem de hediye edersin. Çünkü bütün halk açlık çekiyor.
buyurdu. Allah’a (c.c) yemin ederim ki, gelenler neredeyse bin kişiydi. Hepsi doydukları halde, çömleğimiz olduğu gibi kaynamakta, hamurumuzdan da hala ekmek yapılmaktaydı. Ondan biz de yedik ve komşularımıza da hediye ettik.

***
Amr bin Avf (r.a) anlatıyor:
Ben, Selman, Huzeyfe, Numan ve Medineli altı kişi kendimize ayrılmış olan yeri kazıyorduk. Kazarak nemli tabakaya kadar inmiştik ki, Allah, (c.c) hendeğin karnından karşımıza beyaz ve parlak bir kaya çıkardı. Onunla uğraşırken, balyoz, kazma, kürek gibi demir araçlarımız kırıldı. Bunun üzerine Selman’a:
- Ey Selman! Resulullaha (s.a.s) git de, şu kayadan dolayı çektiklerimizi haber ver!
dedik. Resulullah (s.a.s), o sırada çadırı içinde dinleniyordu. Selman:
- Ya Resulullah! (s.a.s) Hendeğin karnında karşımıza ak bir kaya çıktı. Onunla uğraşırken, bütün demir araçlarımız kırıldı. Aciz kaldık. Kayanın yanından bir miktar sapıverelim mi, yoksa bize bu hususta vereceğiniz bir emir var mı?
Resulullah (s.a.s) geldi ve balyozu istedi. Balyozla birlikte yanımıza, hendeğin içine indi. Biz hendeğin kenarlarına çekildik.

Olayın devamını Bera’ bin Azib (r.a) şöyle anlatıyor:
Resulullah (s.a.s) balyozu alıp Bismillah diyerek kayaya bir darbe indirdi. Kayanın üçte biri parçalandı:
- Allahu Ekber! Bana Şam’ın anahtarları verildi! Vallahi, şu bulunduğum yerden, oranın kızıl köşklerini görüyorum. 
buyurdu. Sonra besmele çekerek kayaya ikinci bir darbe indirdi. Kayanın üçte biri daha parçalandı:
- Allahu Ekber! Bana Fars (İran)’ın anahtarları da verildi! Vallahi şu bulunduğum yerden, Medain’i ve onun beyaz köşkünü görüyorum.
buyurdu. Sonra yine besmele çekerek kayaya üçüncü darbeyi indirdi. Kayanın kalan son kısmı da parçalandı:
- Allahu Ekber! Bana Yemen’in anahtarları da verildi! Vallahi şu bulunduğum yerden, San’a’nın kapılarını görüyorum. 
buyurdu. Sonra Kisranın Medain’deki beyaz sarayını Selman’a tarif etti. Selman-ı Farisi (r.a):
- Doğru söylüyorsun, ya Resulallah! (s.a.s) Seni hak din ve Kitapla gönderen Allah’a (c.c) yemin ederim ki, o aynı senin anlattığın gibidir. 
- Ey Selman! Bu fetihleri Allah (s.a.s) benden sonra sizlere nasip edecektir. Şam muhakkak feth olunacak, Herakliyus, ülkesinin en uzak yerine kadar çekilecek! Bütün Şam’a siz hakim olacaksınız. Hiç kimse size karşı koyamayacak! Yemen muhakkak feth olunacak. Şu doğu diyarı da feth olunacak ve Kisra öldürülecek! 
Selman-ı Farisi (r.a) ,
- Ben bunların hepsinin gerçekleştiğini gördüm.
dedi. Halbuki, Hz.Peygamberin (s.a.s) söyledikleri münafıklara ulaşınca, münafıklar:
- Biz canımızı kurtarmak için hendeklere sığınıyoruz. O bize Fars ve Rum ülkelerinin saraylarını vaad ediyor. 
diye söylenmeye başlamışlardı.

***
Altı günlük bir çalışmanın sonunda, süvarilerin atlayıp geçemeyecekleri kadar geniş bir hendek tamamlandı. Yalnız hendeğin bir tek yeri, aceleye geldiğinden, yeterince derin ve geniş kazılamamıştı. Bunun için Hz.Peygamber (s.a.s):
- Müşriklerin, buradan başka bir yerden geçip gelebileceklerinden korkmuyorum! 
diyerek endişesini dile getirmiş ve burada sürekli nöbet tutulmasını istemişti. Müşriklerin gelip karargahlarını kurmaları üzerine, Hz.Peygamber (s.a.s), 3000’i bulan müslümanla birlikte, hendeğe doğru hareket etti.

Medineli Yahudilerin İhaneti
Müşriklerle birlikte savaşmak için Medine’ye gelen Beni Nadir Yahudilerinin reisi Huyey, Müslümanlara komşu olan Beni Kurayza Yahudilerinin yanına gitti. Müslümanlara karşı savaşmaları için onlara vaadlerde bulundu. Halbuki, Hz.Peygamber (s.a.s), Beni Kurayza Yahudileri ile anlaşma yapmış durumdaydı. Anlaşmada, Yahudilerin Müslümanlarla bir topluluk meydana getirdikleri kabul ediliyor ve Medine’ye bir saldırı olduğunda hep birlikte müdafaada bulunulacağı belirtiliyordu. Beni Kurayza Yahudileri önce anlaşmayı bozmayı reddettilerse de, Huyey, sonunda Müslümanlara karşı savaşa katılmaya onları ikna etti. Böylece Müslümanlar iki taraftan sıkıştırılmış oluyorlardı.

Anlaşmanın bozulduğu haberi, Hz.Peygamber (s.a.s)i çok üzdü. 
- Allah (c.c) bize yeter, O ne güzel vekildir!
buyurdu. Müslümanlar arasından seçilen bir heyet, anlaşmayı bozmamaları uyarısında bulunmak üzere Beni Kurayza Yahudilerine gönderildi. Fakat Beni Kurayza Yahudileri, ağır sözler söyleyerek ve tehditlerde bulunarak heyeti geri çevirdiler. Giden heyet kötü haberle geri döndüğünde, Hz.Peygamber (s.a.s), elbisesine bürünüp yatmış, uzunca bir süre o şekilde kalmıştı. Müslümanlar, Onun böyle yatıp kaldığını görünce, Beni Kurayza Yahudilerinden hayır gelmeyeceğini anlamışlardı. O sırada Hz.Peygamber (s.a.s), yattığı yerden başını kaldırdı:
- Allahu Ekber! Ey Müslüman cemaati! Allah’ın (c.c) fethi ve yardımıyla sevinin!
buyurdu. Burada kurulan mescide bu yüzden Fetih Mescidi adı verilmiştir. Beni Kurayza Yahudilerin, gece Medine’ye baskın yapmak için Kureyş ve Gatafanlardan biner savaşçı istediği haberi ulaşınca, dert arttı. Hz.Peygamber (s.a.s), Seleme’nin komutasında 200, Zeyd bin Harise’nin komutasında da 300 kişilik kuvveti kadın ve çocukları korumak üzere Medine’ye gönderdi. Onlar şehri bekleyecekler ve yüksek sesle tekbir getirerek Medine sokaklarında nöbet tutacaklardı. Beni Kurayza Yahudilerinin baskınına uğramadan sabaha çıkıldığı zaman, geniş bir nefes alınıyordu. Onların bu durumu Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde anlatılmaktadır:

O vakit (kafirler) size hem üst taraftan (vadinin doğusundan), hem aşağı taraftan (vadinin batısından) gelmişlerdi. O zaman gözler (şaşkınlıktan yerinden) kaymış, yürekler de gırtlaklara dayanmıştı da, Allah'a karşı, (size ne yapacağı hususunda türlü) zanlarda bulunuyordunuz.
33/10
İşte orada mü'minler imtihana tabi tutulmuş ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı.
33/11
Hani münafıklar ve kalplerinde (manevî) bir hastalık (ve şüphe) bulunanlar: "Allah ve Rasûlü bize (zafer diye) boş bir vaadden başka bir şeyde bulunmadı" diyorlardı.
33/12
Gerçekten inananların durumundan da şöyle bahsedilmektedir:

Mü'minler (o düşman) birlikleri(ni) görünce: "İşte bu, (bir imtihan vesîlesi ve zafer olarak) Allah ve Rasûlü'nün bize vaadettiği şeydir. Allah ve Rasûlü doğru söylemiştir" derler. (Bu da) ancak onların îman ve teslîmiyetini artırır (kuvvetlendirir).
33/22
***
Hz.Peygamberin (s.a.s) hanımı Hz.Ümmü Seleme (r.a) anlatıyor:
Hendekte Resulullah (s.a.s) ile birlikte bulundum ve bulunduğu her yerde kendisinden hiç ayrılmadım. Resulullah (s.a.s), hendeği bizzat beklemekteydi. Şiddetli bir soğuğa da tutulmuştuk. Resulallah’a (s.a.s) bakıyordum. Allah’ın (c.c) dilediği kadar namaz kılmak üzere namaza durmuştu. Sonra gidip bir müddet hendeğe doğru baktı ve, 
- Şunlar, her halde müşrik süvarileridir. Hendeği dolaşıyorlar! Onlara karşı koyacak kim var?
diye buyurduğunu işittim. Sonra:
- Ey Abbad bin Bişr!
- Buyur, ya Resulallah! (s.a.s) 
- Yanında kimse var mı?
- Evet! Ben ve ashabından bazıları çadırın çevresinde bulunuyoruz!
- Arkadaşlarınla birlikte gidip hendek boyunca dolaş! Şu görünen süvariler, her halde düşman süvarileridir. Sizin için dolaşıyorlar. Gafletinizden faydalanarak ansızın baskın yapıp bazılarınızı öldürmeyi umuyorlar!
buyurdu. Ardından da, 
- Ey Allah’ım! Onların kötülüklerini bizden uzaklaştır! Onlara karşı bize yardım et ve bizi onlara galip kıl! Senden başka bizi onlara galip kılacak yoktur!
diye dua etti.

Abbas bin Bişr, (r.a) arkadaşlarıyla birlikte gitti. O sırada, Ebu Süfyan, bir süvari birliği ile hendeğin dar yerini dolaşıyordu. Müslümanlar oraya yetiştiler ve onları oka tuttular. Ben de onlarla birlikte durdum. Sonunda müşrikler bozulup geri dönmek zorunda kaldılar. Döndüğümde, Resulullah (s.a.s)’ı namazda buldum. Namazı bittikten sonra durumu kendisine haber verince, uykuya yattı ve sesinin hışırtısını duydum. Tan yeri ağarıncaya ve Bilal (r.a) sabah ezanını okuyuncaya kadar kımıldamayıp, Resulullah’ı (s.a.s) uyandırmadım. Sonra Resulullah (s.a.s) çıktı ve Müslümanlara sabah namazını kıldırdı.

***
Yine Ümmü Seleme (r.a) anlatıyor:
Geceleyin Resulullah’ın (s.a.s) çadırında bulunuyordum. O da uyuyordu. O sırada korku verici bir ses işittim. Birisi:
- Ey Allah’ın süvarileri!
diye sesleniyordu. Mekkeli Müslümanların parolaları “Ey Allah’ın süvarileri!” olarak belirlenmişti. Resulullah (s.a.s) hemen uyandı ve çadırdan dışarı çıktı. Çadırın yanında sahabelerden bazıları bulunuyor ve çadırı bekliyorlardı:
- Halk ne halde?
- Ya Resulallah! (s.a.s) Bu Ömer’in (r.a) sesi. Bu gece nöbet onundu. 
- Git bak! İnşallah, yanıma döner ve gördüklerini bana haber verirsin!
Resulullah (s.a.s) daha yerinden ayrılmamıştı ki, Abbad geri geldi:
- Ya Resulullah! (s.a.s) Saldıran Amr bin Abd. Müşriklerin süvarilerini kontrol ediyor. Yanında da Gatafan süvarilerinin başında Mesud bin Ruhayla var. Müslümanlar, onları oka ve taşa tutuyorlar.
Resulullah (s.a.s), hemen çadıra girdi. Zırh gömleğini ve miğferini giydi. Atına bindi. Yanında sahabeler olduğu halde hareket etti. Hendeğin dar yerine kadar gitti. Çok geçmeden geri döndü. Sevinçliydi:
- Allah, onları geri çevirdi. İçlerinden pek çok yaralanan oldu.
buyurdu. Sonra uykuya yattı. Hatta nefes alış verişini duyuyordum. Çok geçmeden korku verici bir ses daha işittim. Resulullah (s.a.s) yine yerinden sıçradı:
- Ey Abbad!
- Buyur ya Resulallah!
- Bir bak, nedir bu ses!
- Bu Dırar bin Hattab! Kureyş süvarilerini kumanda ediyor. Gatafan süvarilerinin başında da Uyeyne bin Hısn var. Müslümanlar da onları oka ve taşa tutuyor. 
Resulullah (s.a.s), tekrar zırhını giydi ve atına bindi. Sahabeleri ile birlikte hendeğin dar yerine gitti. Seher vaktine kadar yanımıza gelmedi. Seher vakti yanımıza gelince:
- Düşmanlar, yılmış olarak geri döndüler. İçlerinde pek çok yaralanan oldu.
buyurdu. Sonra, Müslümanlara sabah namazını kıldırıp oturdu.

Savaş Kızışıyor
Savaşlardan hiç biri, Müslümanlar için, Hendek Savaşından daha zahmetli ve daha korkulu olmamıştı. Beni Kurayza Yahudilerinin, çoluk çocuklarına baskın yapmayacaklarından emin değildiler. Medine, sabahlara kadar bekleniyor, korkudan Müslümanların getirdikleri Tekbir sesleri işitiliyordu. Müşrikler, nöbetleşe hücuma geçiyorlardı.

Gittikçe saldırılar sıklaşmaya başladı. Yeni Arap okçuları da müşriklere katılmıştı. Bir gün Hz.Peygamberin (s.a.s) çadırına ok yağdırmaya başladılar. O sırada Hz.Peygamber (s.a.s) üzerinde zırh gömlek olduğu halde ayakta dikiliyordu. Üç gün, üç gece çarpışmalar devam etti. Müslümanlar yetişebilecekleri her yere yetişmeye çalışıyorlardı.

Sonunda, Kureyş ve Gatafan orduları, geride hiç kimse kalmadan, bütün güçleriyle hücuma geçtiler. Hendeğin her tarafı tutuldu. Hz.Peygamber (s.a.s) de güneş doğmadan önce hendek kıyısına geldi. Müslümanları savaş düzenine soktu. Onlara, güçlüklere göğüs germelerini öğütledi. Cabir bin Abdullah (r.a) o günü şöyle anlatıyor:

Müşrikler, o gün bizimle durmadan çarpıştılar. Ordularını bölük bölük ayırdılar. Halid bin Velid komutasındaki büyük ve ağır gruplarını Resulullah’a (s.a.s) doğru yönelttiler. Çarpışmalar o gün geç saatlere kadar sürdü. Ne Resulullah (s.a.s), ne de Müslümanlardan herhangi biri yerlerinden ayrılmaya güç yetirebildiler. Resulullah (s.a.s) o gün, ne öğle, ne ikindi, ne akşam namazını kılmaya fırsat bulabildi. Sahabiler:
- Ya Resulallah! Namazımızı kılamadık.
diyorlar, O da:
- Vallahi, ben de kılamadım!
buyuruyordu. Sonunda, Allah (c.c) düşmanları bozguna uğrattı. Dağıldılar ve karargahlarına döndüler.

Müşriklerin Bozguna Uğramaları
Hz.Peygamber (s.a.s), Ahzab mescidinin bulunduğu yerde ayağa kalktı. Ellerini kaldırdı ve dua etti:
- Ey Kitabı indiren, hesabı çabuk gören, kabileleri bozguna uğratan Allah! (c.c) Şu kabileleri de bozguna uğrat! Sars onları! 
Onlara karşı bize yardım et! Ey darda, tasalarda olanların imdadına yetişen! Ey muhtaç ve çaresiz kalmışların dualarına icabet eden! Üzüntü ve sıkıntılarımızı kaldır!

Pazartesi, Salı, Çarşamba günleri de dua etmeyi tekrarladı. Çarşamba günü öğle namazından sonra duasının kabul edildiği, yüzünde dalgalanan sevinçten anlaşılıyordu.

***
Bu sırada, Medine’yi kuşatan kabileler arasında anlaşmazlıklar baş göstermişti. Hiçbiri bir diğerine güvenmiyordu. Araplardan Gatafanlar ve Süleymler, 
- Muhammed bize şu Yahudilerden daha sevimlidir!
demeye başlamışlardı. Kıtlık her tarafı sarmıştı. Askerler de hendeğin kenarında beklemekten bıkmışlardı. Cumartesi gecesi, müthiş bir rüzgar esmeye başladı. Bu rüzgar, en soğuk kış gecelerinde görülen, dondurucu bir rüzgardı. Müşriklerin çadırlarını yırtıyor, direklerini söküyor, yakılan ateşlerini söndürüyordu. Kimse kimsenin yanına gitmeye güç yetiremiyordu. Atlar ve develer birbirine karışmıştı. Hz.Peygamber (s.a.s), bu rüzgar için,
- Ben Allah (c.c) tarafından Saba yeli ile yardım olundum. Ad kavmi ise batı yeli ile yok olmuşlardı.
buyurmuştur.

Kur’an-ı Kerim’de de bu durumdan şöyle bahsedilmektedir:

Ey îman edenler! Allah'ın üzerinizdeki nîmetini hatırlayın; hani (Hendek Gazvesi'nde) üzerinize ordular gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgar ve görmediğiniz (meleklerden) ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
33/9
***
O geceyi Huzeyfe bin Yeman (r.a) şöyle anlatıyor:
O gece halk Resulullah (s.a.s)’ın başından dağıldılar. Yanında on kişiden başka kimse kalmadı. Biz saf halinde oturmuştuk. Ebu Süfyan ve onunla birlikte bulunan kuvvetler üst tarafımızda, Kurayza Yahudileri aşağımızdaydı. Çoluk çocuğumuzun üzerine baskın yapıverecekler diye korkup duruyorduk. Öyle bir karanlık çökmüştü ki, uzattığımız parmağımızı bile göremiyorduk. Gök gürültüsünü andıran gürültülerle korkunç bir rüzgar da gelip çatmıştı. Resulullah (s.a.s), gecenin bir kısmını namaz kılarak geçirdikten sonra bize doğru yöneldi:
- Bizim için gidip şu kavmin ne yaptığını görecek, sonra da yanımıza dönecek bir kimse var mı ki, ben onun Cennet’te bana arkadaş olmasını Allah’tan dileyeyim?
buyurdu. Orada bulunanlardan hiç biri, duydukları şiddetli korku, karşılaştıkları açlık ve şiddetli soğuk yüzünden ayağa kalkamadı. Hepimiz sustuk. Resulullah (s.a.s),
- Bize şu kavmin haberini getirecek bir adam yok mu ki, Allah onu, Kıyamet gününde benim yanımda bulundursun?
diye sorusunu tekrarladı. Yine hepimiz sustuk. İçimizden hiç biri davetine icabet etme cesaretini gösteremedi. Benim üzerimde, ne düşmandan korunabileceğim kalkanım, ne de soğuktan korunabileceğim bir elbisem vardı. Eşimin entari üzerine giydiği, boyu dizlerimi geçmeyen kısa bir ceketten başka bir şeyim yoktu. Resulullah (s.a.s) yanıma geldi, ayağıyla dokunarak:
- Kimdir bu?
- Ben Huzeyfeyim, ya Resulullah! (s.a.s)
- Sen geceden beri sesimi duymadın mı? Niye kalkmadın?
- Seni hak din ve Kitapla gönderen Allah’a yemin ederim ki, açlıktan ve soğuktan dolayı sana cevap veremedim.
- Git şu kavim ne yapıyor, bir bak! Yanıma dönüp gelinceye kadar da onlara ne bir ok, ne bir mızrak, ne bir taş atacaksın, ne de bir kılıç vuracaksın!
- Ya Resulullah! (s.a.s) Onlar beni öldürürler diye korkmuyorum. Fakat beni yakalayıp işkence ederler diye korkuyorum. 
- Yanıma dönüp gelinceye kadar ne sıcaktan, ne de soğuktan zarar göreceksin! Senin için esir edilip işkence görme tehlikesi de yoktur!
“Allah’ım! Onun önünden, arkasından, sağından, solundan, üstünden, altından koru!” diye dua etti. Kılıcımı, yayımı aldım.Müşriklere doğru yürümeye başladım. Sanki hamamda yürüyordum. İçimde ne bir korku, ne de bir üşüme kalmıştı. Nihayet karargahlarına vardım. Ebu Süfyan’ı yanmış bir ateşin başında, adamlarıyla birlikte buldum. İki elini ateşe tutup, koltuklarına sürüyor,
- Göçüp gitmek gerek! Göçüp gitmek gerek!
diyordu. Sırtını ateşe doğru dönüp ısıtmaya başladı. Kendi kendime:
- Daha ne bekliyorum? Allah düşmanının yerini görmüş bulunuyorum.
diye düşündüm. Ok çantamdan bir ok çıkarıp, yayıma yerleştirdim. Fakat Resulullah (s.a.s)’ın, “Benim yanıma gelinceye kadar olay çıkarmayacaksın!” emrini hatırlayınca vazgeçtim, oku çantama koydum. Sonra kendimde bir cesaret buldum, içlerine girdim. Rüzgar ve Allah’ın görünmeyen ordusu, onlara yapacağını yapıyor, tencere ve tavalarını deviriyor, ateş ve ışıklarını söndürüyor, çadırlarını başlarına yıkıyordu. Müşriklerle birlikte ateşin yanına oturdum. Bir süre sonra, Ebu Süfyan ayağa kalktı:
- Herkes, yanında oturanın elini tutsun, kim olduğunu tanısın!
dedi. Herhalde aralarına casus girdiğini sezmişti. Hemen sağ elimi uzatıp, sağ yanımda oturanın elini tuttum ve sordum:
- Sen kimsin!
- Amr bin As!
Sonra hemen sol yanıma döndüm. Sol yanımda oturanın elini tuttum ve ona da sordum:
- Sen kimsin!
- Muaviye bin Ebu Süfyan!
dedi. Bunu tanınırım korkusuyla yapmıştım. Sonra Ebu Süfyan konuşmaya başladı:
- Ey Kureyş cemaati! Vallahi, siz durulacak bir yerde değilsiniz! Atlar ve develer ölmeye başladı. Kıtlık her tarafı sardı. Beni Kurayza Yahudilerinden hoşumuza gitmeyecek haberler alıyoruz. Rüzgar yüzünden başımıza gelenleri de görüyorsunuz. Hemen toplanıp geri dönün. İşte ben dönüyorum!
Sonra devesine bindi. Etrafımdakiler,
- Buradan gidelim! Burası durulacak bir yer değil!
diye bağırışıyorlardı. İkrime, Ebu Süfyan’a,
- Sen kavminin lideri ve ordunun başı olduğun halde, halkı nasıl bırakıp gidiyorsun?
diyince, Ebu Süfyan utandı. Devesinden indi. Halka:
- Haydi gidiniz!
dedi. Ebu Süfyan dikilip dururken Halk göç etmeye başladı. Müşriklerin ordugahından dönerken yine hamamda yürüyormuş gibiydim. Resulullah (s.a.s)’ın yanına döndüğümde, yemen işi bir kilim üzerinde namaz kılıyordu. Vallahi, döner dönmez, bütün üşümelerim gerisin geri geldi. Tir tir titriyordum. Resulullah (s.a.s) eliyle yaklaşmamı işaret etti, yanına yaklaştım. Yine işaret etti, biraz daha yaklaştım. Kilimin bir ucunu üzerime örttü. Namazını bitirince,
- Yeman’ın oğlu! Otur! Müşrikler hakkında ne haberler var?
- Ya Resulullah! (s.a.s) Halk, Ebu Süfyanın başından dağılmış. Yanında az bir insan kalmış. Allah, bizim üzerimize boşalttığı gibi onların da üzerine soğuk boşaltmakta. Fakat biz buna karşılık, Allah’tan ecir dileriz.
dedim. Kendisine müşriklerin bütün haberlerini verdim, onları göçüp giderlerken bıraktığımı söyledim. Resulullah (s.a.s), azı dişleri görününceye kadar güldü. Beni, ayak ucuna yatırdı ve örtüsünün bir ucunu üzerime bıraktı. Örtünün içinde sabah namazına kadar uyudum. Sabah olduğunda bana,
- Ey uykucu! Kalk artık! 
buyurdu.

***
Sabaha çıkıldığında, düşman ordugahında tek bir kişi bile kalmamıştı. Müşrikler, yanlarında götüremedikleri bir takım eşyaları da bırakıp gitmişlerdi. Hendekten dönecekleri sırada Hz.Peygamber (s.a.s),
- Bu yılınızdan sonra, Kureyşliler, artık sizinle çarpışamayacaklar! Fakat siz onlarla çarpışacaksınız! 
buyurdu.

Müşriklerin dönüp gitmeleri Kur’an-ı Kerim’de de şu şekilde anlatılmaktadır:
Allah, o kafir (birlik)leri(ni), hiç bir hayra (başarıya) erememiş bir halde, öfkeleriyle geri çevirdi. Allah savaşta (fırtına çıkarıp melekleriyle yardım ederek) mü'minlerin imdadına yetişti. Allah güçlüdür, mutlak galiptir.
33/25

<<<Öceki Sayfa            Sonraki Sayfa>>>

Kaynaklar : Peygamberler Tarihi – M.Asım Köksal
Hz.Muhammed’in Hayatı – Martin Lings
Feyzü’l Furkan – Hasan Tahsin Feyizli