SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED (S.A.S)

SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED (S.A.S)

MEDİNE

Kuba’da Konaklama
Hz.Peygamberin (s.a.s) Mekke’den ayrıldığı haberi, günlerce öncesinden Medine’ye ulaşmıştı. İnsanlar sabah namazı vaktinden itibaren ağaçlara çıkarak yolunu gözlemeye başlıyor, güneş iyice yükselip de sıcak dayanılmaz bir hal alıncaya kadar da bundan vazgeçmiyorlardı. O gün de insanlar sabahın erken saatlerinden itibaren beklemeye başlamışlar, güneş iyice yükselmeye başladığı için evlerine dönmeye hazırlanıyorlardı ki uzaktan yolcular göründü.

Mağaradan ayrılışlarının onikinci günü öğle vaktine doğru Kuba köyüne ulaştı. Hz.Peygambere (s.a.s) rüyasında gösterilen ve hicret edeceği bildirilen “iki kara taşlık arasındaki suyu bol yer” önlerinde uzanıyordu. Medine’ye girmeden önce Kuba köyünde birkaç gün dinlendiler. Bu süre içinde Kuba’da İslam’ın ilk mescidinin temelleri atıldı ve ilk Cuma namazı yine Kuba’da kılındı.

Medine’ye Giriş
Kuba’daki konaklamaları tamamlanınca Medine’ye doğru yola çıktılar. Medine’nin içine doğru ilerledikçe, Medine sevinçten çalkalanmaya başladı. İnsanlar evlerin üzerlerine çıkmışlar, gençler ve hizmetçiler yollara dökülmüşler, herkes “Ya Muhammed! (s.a.s)”, “Ya Resulullah! (s.a.s)”, “Muhammed (s.a.s) geldi” diye bağrışıyor, kadınlar ve çocuklar tef çalıyor ve şarkılar söylüyorlardı:
- Veda yokuşundan dolunay doğdu bize!
Allah’a yalvaran oldukça, şükretmek gerek halimize!
Ey bize gönderilen peygamber! (s.a.s)
Boyun eğmek gereken bir emir ile geldin bize!

Orada bulunanlardan Bera, o günü şöyle anlatıyor:
Medinelilerin Hz.Peygamber’in (s.a.s) Medine’ye gelmesine sevindikleri kadar hiçbir şeye sevindiklerini görmedim! Kadınlar, çocuklar, cariyeler : 
- İşte Resulullah (s.a.s) geldi!
diyerek seviniyorlardı.

Hz.Peygamber (s.a.s), Medineli Müslümanların evlerinin önünden geçerken devenin önünü kesiyor ve 
- Ya Resulullah (s.a.s)! (s.a.s) Bizde kuvvet ve servet var. Bize buyur!
Diyorlar, O da gülümseyerek:
- Allah onları size hayırlı ve mübarek kılsın! Devenin yolunu açın, nereye çökeceği ona buyrulmuştur!
diye cevap veriyordu. Sonunda devesi, bugünkü Mescid-i Nebevi’nin bulunduğu yere çöktü. Mescid’in ve Hz.Peygamber’in (s.a.s) evinin buraya yapılmasına karar verildi.

Vakit ilerlediği halde Medineli Müslümanlar Hz.Peygamberin (s.a.s) yanından ayrılmıyor, her biri kendi evine götürerek ağırlamak istiyordu. Sonunda evi en yakın olan Neccar oğullarından Ebu Eyyub el-Ensari’nin (r.a) evinde kalmayı kabul etti. (Bu zat İstanbul’da medfun bulunan ve Eyüp semtine ismini veren zattır.) Ebu Eyyub (r.a) ve hanımı eşyaları indirmeye giriştikleri sırada Neccar oğullarının küçük kızları da ellerinde teflerle şarkılar söylüyorlardı:
- Neccar oğullarının kızlarıyız biz!
Ne hoştur komşuluğu Muhammed (s.a.s)’in!

Hz.Peygamber (s.a.s) onlara sordu:
- Beni seviyor musunuz?
- Evet Ya Resulullah! (s.a.s)
- Vallahi ben de sizleri seviyorum! Vallahi ben de sizleri seviyorum! Vallahi ben de sizleri seviyorum!

Medine’nin Önde Gelenlerinin Bağlılıklarını Bildirmeleri
Medineliler, ilk günden itibaren gelerek Hz.Peygambere (s.a.s) bağlılıklarını bildirmeye başladılar. Hz.Peygamber (s.a.s)i evinde ağırlayan Ebu Eyyub el-Ensari (r.a) bu ziyaretlerden birini şöyle anlatıyor:

Resulullah (s.a.s)’a ve Ebubekir’e (r.a) yetecek kadar yemek yapıp getirmiştim. 
Rasulullah (s.a.s):
- Git bana Ensar’ın (Medineli Müslümanların) ileri gelenlerinden 30 kişi çağır!
buyurdu. Evimde, yaptığım yemeye ekleyecek hiçbir şeyim kalmadığı için bu bana çok ağır geldi. Biraz ağırdan aldım. Fakat biraz sonra isteğini tekrarlayınca çağırmak zorunda kaldım. Geldiler ve yemeğe başladılar. Fakat sadece önlerinden bir kısmını yiyebildiler. Bu mucize karşısında, şehadet getirdiler ve bağlılıklarını bildirerek ayrıldılar.

Onlar gidince:
- Git bana Ensar’ın ileri gelenlerinden 60 kişi daha çağır!
dedi. Vallahi, 60 kişi beni 30 kişiden daha çok korkuttu. Gidip çağırdım, geldiler. Ancak onlar da sadece önlerindeki yemeğin bir kısmını yiyebildiler. Onlar da şehadet getirip bağlılıklarını bildirerek ayrıldılar. Ardından Hz.Peygamber (s.a.s) 90 kişi daha çağırmamı istedi. Onları da çağırdım, geldiler. Fakat onlar da önlerindeki yemeğin sadece bir kısmını yiyebildiler. O gün 180 kişi bu yemekten yedi ve hepsi de Ensar’dandı.

Buna benzer bir olayı da Medineli Müslüman hanımlardan Ümmü Amir (r.a) anlatıyor:
Resulullah (s.a.s)’ın mescidde akşam namazını kıldığını görünce, evime gidip yufkayla kuru üzüm getirdim. 
- Anam babam sana feda olsun, ye!
dedim. Resulullah (s.a.s) yanındaki Müslümanlara,
- Yiyiniz! Bismillah!
buyurdu. Kendisi ile birlikte gelenler ve evdekiler ondan yediler. Allah’a yemin ederim ki, gözlerimle gördüm: 40 kişilik topluluk, ne üzümün ne de ekmeğin tamamını yiyebildiler. Yanımdaki kırbada bulunan sudan da içtikten sonra ayrıldılar. Biz daha sonra hastalandıkça, ya da bereket umdukça bu kırbadaki sudan içtik, durduk.

Müslümanların sayısı artmaya devam ediyordu. Evs ve Hazrec kabilesinden Hz.Peygambere (s.a.s) bağlılığını bildirmeyen kimse neredeyse kalmamıştı. Bunların çoğu gerçekten samimi bir şekilde Müslüman olmuşlardı. Ama İslam’a inanmadıkları halde Müslüman olmuş gibi görünen bir grup da bulunuyordu ki bunlar Medine dönemindeki en büyük problemi teşkil edeceklerdir. Münafıklar adı verilen bu gruptan Kur’an-ı Kerim şu şekilde bahseder:

İnsanların bir kısmı (münâfıklar kalpten), inanmadıkları halde (dilden) "Allah'a ve âhiret gününe inandık" derler (ve akıllarınca) Allah'ı ve inananları aldatmaya çalışırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar da farkında bile olmazlar. [bkz. 2/165, 204, 207]
2/8-9 
Onların kalplerinde (bâtılı sevme, maddeperestlik, şüphe, münâfıklık ve küfür gibi) bir tür hastalık vardır. Allah da onların (bu) hastalığını artırmıştır. (İnanıyoruz diye) yalan söylediklerinden dolayı onlar için dayanılmaz bir azap vardır. [bkz. 4/142-143]
2/10
Kendilerine: "Yeryüzünde (Allah'ın emirleri dışına çıkarak) sakın fesat çıkarmayın (bozgunculuk yapmayın)!"2 denildiği zaman: "Bizler sâdece düzeltenleriz" derler. 
2/11

İyi bilin ki, (Allah'ın hükümlerini beğenmeyip aykırı hareket ettiklerinden dolayı toplumda) asıl bozguncu onlardır. Fakat (bunun) farkında değildirler.
2/12
Yine onlara: "(Mü'min) insanların îman ettiği gibi (samîmi olarak) siz de îman edin" denildiği zaman: "Biz ille de, o sefîh (budala, beyinsiz) kimselerin inandığı gibi mi îman edelim? (Bizimki bize yeter)" derler. İyi bilin ki, asıl, sefîh olanlar kendileridir. Fakat (bunu) bilmezler. 
2/13
(Bu âyet-i kerîmedeki îman teklifi münâfıklaradır. Allah Teâlâ onların samîmi olarak îman etmelerini istemektedir. Onlar ise kalplerindeki sahte îmanı Allah'ın bildiğini düşünmeyerek kendilerini elit, seçkin tabakadan görerek, bu zırha bürünüp, samîmi müslümanları küçük görüyorlardı. Ayrıca kâfirler de îman etmemek için aynı bahâneyi ileri sürüyorlardı. Çünkü o samîmi mü'min (sahâbî)ler bir cihadda veya bir infakta varlıklarını derhal ortaya koyuyorlardı. Onlar ise, hem Allah ve Rasûlü'nün buyruklarına, iş ve menfaatlerine uygun olduğu kadarıyla ve göstermelik itaat ediyorlar hem de İslâm'ı içlerine sindiremedikleri için, dîne ve o mü'minlere karşı düşmanlıklarını çeşitli engellemelerle gösteriyorlardı. İşte Yüce Allah, emirlere intibak ve uyma kâbiliyetine sâhip olmadıkları için sefihlik ve budalalık sıfatlarını onlara iâde etti.) [bkz. 26/111]

Ama (münâfıklar) mü'minlere rastlayınca: "Biz de îman ettik" derler. Fakat kendi şeytan (yandaş)larıyla baş başa kaldıklarında: "Şüphe yok ki biz sizinle beraberiz, biz sâdece onlarla alay etmekteyiz" derler. [krş. 2/76; 57/13-14]
2/14

Çok geçmeden Yahudilerle de bir anlaşma yapıldı. Anlaşmaya göre, herkes dininde serbest olacak, toplum içinde Müslümanlar ve Yahudiler eşit statülere sahip olacaklar, iki taraftan birine bir zarar gelirse diğer taraf zarara uğrayana yardım edeceklerdi. Aslında Yahudiler anlaşmayı politik sebeplerden dolayı kabul etmişlerdi. Çünkü Hz.Peygamber (s.a.s), Medine’nin en güçlü kişisi olmuştu ve gücü her geçen gün artmaya devam ediyordu. Anlaşmayı kabul etmekten başka seçenekleri görünmüyordu. Ama Allah’ın Yahudi olmayan bir peygamber göndereceğine de inanmıyorlardı.

Enes bin Malik’in (r.a) Hz.Peygambere (s.a.s) Yardımcı Olarak Verilmesi
Enes bin Malik (r.a) anlatıyor:
Resulullah (s.a.s) Medine’ye geldiği zaman ben sekiz yaşındaydım. Annem beni elimden tutup ona götürdü:
- Ya Resulullah! (s.a.s) Ensar erkek ve kadınlarından sana hediye vermeyen kalmadı. Ben bu oğlumdan başka Sana hediye edecek bir şeye sahip değilim. Bunu al! Sana hizmet etsin!
dedi. Resulullah (s.a.s)’a 10 yıl hizmet ettim. Beni ne dövdü, ne bana kötü bir söz söyledi, ne de yüzünü ekşitti. Bir kere bile bana “üf’!” demedi. Ne yaptığım bir şey için “Bunu neden böyle yaptın”, ne de yapmadığım bir şey için “Bunu neden yapmadın” demiştir.

Mescid’in Yapılışı
Hz.Peygamber (s.a.s) Medine’ye ilk geldiği zaman devesinin çöktüğü yere Müslümanların toplanması ve ibadet etmesi için bir mescid yapılması kararlaştırılmıştı. Önce Ebubekir (r.a) tarafından bedeli ödenerek arsa satın alındı. Hz.Peygamberin (s.a.s) temeline koyduğu ilk taşla da inşaata başlanıldı. Herkes canla başla çalışıyordu. Bunda Hz.Peygamberin (s.a.s) gösterdiği gayretin etkisi büyüktü. Kendisi de bizzat taş taşıyor, yerine çalışmak isteyenlere de,
- Sen Allah’a benden daha muhtaç değilsin!
diye cevap veriyordu. Çok geçmeden inşaat tamamlandı. Mescidin yanına Hz.Peygamber (s.a.s) için de iki oda yapıldı ve üzeri hurma dallarıyla örtüldü. Böylece Hz.Peygamber’in (s.a.s), Ebu Eyyub el-Ensari’nin (r.a) evinde 7 ay süren misafirliği sona eriyordu.

Selman-ı Farisi’nin (r.a) Müslüman Olması
Hz.Peygamberin (s.a.s) Medine’ye gelmesinden sonra yanına gelerek Müslüman olan Selman-ı Farisi (r.a) , hayatını İbn-i Abbas’a (r.a) şöyle anlatmıştı:
Ben İsfahan halkından bir Farslı (İranlı) idim. Babam bulunduğumuz bölgenin yöneticisiydi. Aşırı sevgisinden dolayı beni yanından hiç ayırmaz, evden dışarı bırakmazdı. Mecusiliğe (ateşe tapma) o kadar kendimi kaptırmıştım ki, ateşin bakımı işini bile üzerime almıştım.

Bir gün babam, gitmeye vakit bulamadığı için, bir kısım işlerini halletmek üzere beni uzaktaki çiftliğimize gönderdi. Giderken de yolda oyalanmamamı sıkı sıkı tenbih etti. Çiftliğe gitmek üzere yola çıktım. Yolda Hıristiyan kiliselerinden bir kiliseye rastladım. İçeriden sesler geliyordu. İbadet ediyorlarmış. Babam beni hep içeride tuttuğu için bu tip şeylerden haberim yoktu. Ne yaptıklarını merak ederek yanlarına gittim. Yaptıklarını seyrettim, ibadetleri çok hoşuma gitti. “Bu bizim dinimizden daha hayırlı” diye düşünerek akşama kadar yanlarında kaldım. Çiftliğe gitmedim. Onlara dinleri ile ilgili sorular sordum ve dinlerinin merkezinin Şam olduğunu öğrendim.

Akşam eve geldiğimde babam çiftliğe gitmediğimi öğrenmiş, çok meraklanmış. Gördüklerimi anlattım. 
- Oğulcuğum! O dinde hayır yoktur! Senin ve atalarının dini daha hayırlıdır.
dedi. Kaçmamdan korktuğu için de ayağıma bir ağırlık bağlayarak beni eve hapsetti. Kilisedeki Hristiyanlara haber göndererek, Şam’a bir kafile geldiğinde bana haber vermelerini istedim. Çok geçmeden beklediğim haber geldi. Ben de ayağımdaki ağırlıklardan kurtularak onlarla beraber Şam’ın yolunu tuttum.

Şam’a gelince bu dinin en üstün kişisini soruşturdum, kilisedeki piskoposu gösterdiler. “Hıristiyanlığa girerek kilisede hizmet etmek istediğimi” söyledim, kabul etti. Şam piskoposu kötü bir adamdı. Gelen sadakaları kendisine ayırır, yoksullara bir şey vermezdi. Sonunda piskopos öldü. Hıristiyanlar, onu gömmek için toplandılar. Onlara:
- O kötü bir adamdı. Sizden sadaka vermenizi ister, getirdiklerinizi kendine saklar, fakirlere bir şey vermezdi.
- Sen bunu nereden biliyorsun?
- Size onun sakladıklarını gösterebilirim.

Onlara definenin saklandığı yeri gösterdim. Oradan altın ve gümüş dolu 7 küp çıkardılar. Bunun üzerine ölüsünü astılar ve taşladılar. Onun yerine kiliseye başka bir din adamı getirdiler. Ben, beş vakit namaz kılmayanlar içinde, ondan daha faziletli, dünyaya değer vermeyen, ibadete onun kadar düşkün bir kimseyi görmedim. Ondan önce de hiç kimseyi onun kadar sevmedim. Uzun zaman onun yanında kaldım. Sonunda o da ölüm döşeğine düştü. Kendisine:
- Bu kadar zaman senin yanında bulundum! Senden önce kimseyi sevmediğim kadar da seni sevdim. Görüyorsun ki, yüce Allah’ın emri gelip çatmış bulunuyor. Senden sonra ne yapmamı, kimin yanına gitmemi tavsiye edersin?
- Oğulcuğum! Bu gün benim yolum ve gidişatımda olan bir kimseyi bilmiyorum. İyi din adamlarının çoğu ölüp gittiler. Yalnız Mevsil’de bir kişi var, benim tuttuğum yol ve benim bulunduğum hal üzerinedir. Sen onun yanına git.

Çok geçmeden öldü. Ben de gitmemi tavsiye ettiği Mevsil’deki arkadaşının yanına gittim. Yanında kalmama izin verdi. Onu da, öbür arkadaşının yolunda ve çok hayırlı bir kimse olarak buldum. Fakat çok geçmeden o da ölüm döşeğine düştü. Ölmeden önce de Nusaybin’deki bir zatın yanına gitmemi tavsiye etti.

Ölümünün ardından Nusaybin’e doğru yola çıktım ve tavsiye ettiği zatın hizmetine girdim. Fakat onun da ölüm vakti gelip çattı. Ölümünden önce bana Rum topraklarından Amuriye’deki bir zatı tavsiye etti.

Amuriye’ye gittim ve bahsettiği kimseyi bularak hizmetine girdim. Onu da diğer arkadaşlarının yolunda, hayırlı bir kimse olarak buldum. Orada az çok bir şeyler de kazandım. Hatta bir miktar ineğim ve koyunun oldu. Sonunda yanında bulunduğum bu kimse de ölüm döşeğine düştü. Kendisine:
- Senden önce yanında bulunduğum kimseler bana kendilerinden sonra gidebileceğim kişileri tavsiye etmişlerdi. Görüyorum ki, sen de ölüm döşeğindesin. Senden sonra kimin yanına gitmemi tavsiye edersin?
- Oğulcuğum! Vallahi, bugün yeryüzünde yanına gitmeni tavsiye edebileceğim, bizim yolumuzda olan hiçbir kimse bulunduğunu bilmiyorum. Fakat, ahir zaman peygamberinin gelmesi çok yaklaşmış, gölgesi üzerimize düşmüştür. Kendisi Arap topraklarında ortaya çıkacak, iki kara taşlık arasındaki hurma bahçeleri bulunan bir yere göç etmek zorunda kalacaktır. O hediye yer, sadaka yemez. İki kürek kemiği arasında da Peygamberlik mührü bulunur. Eğer o diyarlara gitmeye gücün yeterse, hemen git!
Bu zatın ölümünden sonra bir süre daha Amuriye’de oturdum. Sonra Kelp kabilesinden, ticaretle uğraşan bazı kimselere rastladım. Onlara, beni Arap diyarlarına götürmeleri karşılığında, koyun ve ineklerimi kendilerine vermeyi teklif ettim. Fakat Vadilkura denilen yere erişince, anlaşmalarını bozdular ve beni köle olarak bir Yahudiye sattılar.

Yahudinin yanında bir müddet kaldım. Vadilkura’daki hurma ağaçlarını görünce ümitlendimse de, buna kalbim pek yatışmadı. Bir süre sonra, Kurayza Oğulları Yahudilerinden olan amcasının oğlu beni satın alarak Medine’ye götürdü. Vallahi, Medine’yi görür görmez, Amuriye’deki efendimin tarif ettiği yerin burası olduğunu anladım. Bu sırada, Resulullah (s.a.s), Peygamber olarak gönderilmiş ve Mekke’den hicret etmiş durumdaymış. Fakat ben, kölelik meşguliyeti içinde onun hakkında hiçbir şey işitmemişim.

Bir gün, hurma ağacının başında sahibimin işlerini yapıyor, sahibim de ağacın altında oturuyordu. Bu sırada birisi geldi:
- Allah Evs ve Hazrec kabilelerini kahretsin! Bugün Kuba köyünde, Mekke’den gelen, peygamber dedikleri bir adamın başına toplanmış bulunuyorlar. 
dedi. Bunu işitir işitmez, beni öyle bir titreme tuttu ki, neredeyse sahibimin üzerine düşecektim. 
- Ne dedin, ne dedin? 
diyerek ağaçtan indim. Sahibim kızdı ve şiddetli bir tokat attı.
- Bundan sana ne? Sen işinin başına git!
diye çıkıştı. Yanımda biriktirmiş olduğum bir miktar yiyecek vardı. Akşam olunca bunları alıp, Kuba köyüne gittim. Yanına girdim:
- Senin salih bir insan olduğunu işittim. Yanında da muhtaç, kimsesiz insanlar varmış. Bu şeyleri, sadaka olarak vermek için yanımda bulunduruyordum. 
diyerek getirdiklerimi kendisine uzattım. Rasulullah (s.a.s), sahabelerine ikram etti. Kendisi elini çekti ve bir lokma bile almadı. Kendi kendime “bu bir” dedim. Yanından ayrılarak geri döndüm.

Yine bir miktar yiyecek biriktirmiştim. O sırada Rasulullah (s.a.s) Medine’ye gelmiş bulunuyordu. Yanına vardım:
- Senin sadakadan yemediğini gördüm. Bu sana ikram olarak hazırladığım hediyemdir!
dedim. Kendisi ondan yedi ve yanındakilere de yemelerini söyledi. Bunun üzerine kendi kendime “bu iki” dedim.

Bir süre sonra, Baki kabristanında bulunduğu sırada yanına vardım. Oraya, sahabilerinden birinin cenazesi için gitmişti. Sahabilerinin arasında oturuyordu. Üzerinde her tarafını bürüyen iki örtü bulunuyordu. Kendisine selam verdim. Sonra da, “Amuriye’deki efendimin tarif ettiği peygamberlik mührünü görebilir miyim?” diye bakmak için arkalarına geçtim. Yapmaya çalıştığım şeyi anlayınca arkasından örtüsünü sıyırdı. Peygamberlik mührünü görünce tanıdım, üzerine kapandım, öptüm ve ağlamaya başladım. 
- Bu tarafa dön!
buyurdu. Gelip önlerine oturdum. Ey ibn-i Abbas! (r.a) Sana anlattığım gibi, başımdan geçenleri Ona da anlattım. Başımdan geçenleri anlatınca çok hoşuna gitti.

Hz.Peygamberin (s.a.s) Kur’an’ı Dinleyişi
İbn-i Mes’ud (r.a) anlatıyor: 
Rasulullah (s.a.s) bir gün,
- Bana Kur’an oku! 
buyurdu.
- Ya Resulullah! (s.a.s) Kur’an Sana indirilmişken, ben sana nasıl okuyabilirim ki?
- Ben Kur’an’ı başkalarından dinlemekten hoşlanırım.
demesi üzerine kendisine Nisa suresini okumaya başladım:

(Biz) her ümmetten bir şâhit (peygamber) ve (Rasûlüm!) seni de onların (hepsi) üzerine şâhit (olmak üzere) getirdiğimiz zaman halleri nice olur? [bkz. 16/84-89]
4/41
(Geçmiş ümmetler, peygamberlerinin getirdikleri îman esaslarını, ahlâk nizâmını bozduklarından ve kendi arzu ve isteklerine göre yaşadıklarından dolayı hesâba çekileceklerdir. Peygamberleri de onlar aleyhine şâhitlik edecek, Hz. Peygamber (s.a.v.) de bütün peygamberler lehine şâhitlik edecektir. Buhârî 'Fezâilü'l-Kur'ân' bölümünde şöyle der: Râvî dedi ki: "Bu âyet okunurken Rasûlullah (s.a.v.), 'dur' dedi ve (bizim günahlarımıza da şâhit olmaktan dolayı) gözlerinden yaşlar dökülüyordu." Oysa biz, kendimiz hakkında bu üzüntüyü duymuyoruz.)

ayetine gelince: 
- Bu kadar yeter!
buyurdu. Yüzüne baktım, gözlerinden yaşlar akıyordu.

Üseyd bin Hudayr’ın (r.a) Kur’an Okuyuşu
Üseyd (r.a) Kur’an’ı en güzel okuyan sahabelerdendi. O gece de atı yanına bağlanmış olduğu halde, Bakara suresini okumaya başlamıştı. At birden bire ürkmeye başladı. Useyd (r.a) sustu, at da sakinleşti. Useyd (r.a) tekrar okumaya başladı, at yine ürktü. Üseyd’in (r.a) susmasıyla birlikte de tekrar sakinleşti. Üçüncü kere de aynı olay tekrarlanınca,artık okumaktan vazgeçti. Oğlu Yahya, ata yakın bir yerde yatıyordu. Atın çocuğa zarar vermesinden endişe ederek çocuğu oradan uzaklaştırdı. Bu sırada başını yukarı kaldırınca, beyaz buluta benzer bir sis içinde, kandiller gibi parlayan şeyler gördü. Sabah olunca durumu Hz.Peygambere (s.a.s) anlattı. Hz.Peygamber (s.a.s):
- Oku ey Hudayr’ın oğlu! Oku!
- Ya Rasulallah! (s.a.s) Atın Yahya’yı çiğnemesinden endişelendim. Bunun için okumayı kestim. O sırada başımı yukarıya çevirdim. Gök yüzünde, bulut gibi bir beyazlık içinde bir takım şeylerin kandil gibi parladıklarını gördüm. Beyaz tabaka, içinde parlayan şeylerle birlikte gökyüzüne doğru çekilip gitti ve gözden kayboldu. 
- Bilir misin onlar nedir?
- Hayır bilmiyorum!
- Onlar meleklerdi, senin sesine yaklaşmışlardı. Eğer okumaya devam etseydin, sabaha kadar seni dinlerler, insanlar da onları görürlerdi. Halkın gözünden de gizlenmezlerdi.

Suffe Ehli
Mescidin yanına, üzeri hurma dalları ile çevrili bir yer yapılmıştı ki buraya Suffe ismi verilirdi. Medine’de kimsesi olmayan, evleri barkları da bulunmayan, fakir sahabiler burada kalırlardı. Gecelerini namazla, Kur’an okumakla, ders görmekle geçirir; gündüzleri de su taşır, odun toplayıp satar ve kazandıklarıyla yiyecek alırlardı.

Hz.Peygamber (s.a.s) de onlarla özel olarak ilgilenir, onlarla oturup sohbet ederdi. Kabilelere göndereceği İslam’ı öğretecek kimseleri onların arasından seçerdi. Gerçekten yoksul kimselerdi. Üzerlerinde doğru dürüst giyecekleri yoktu, karınları da çoğu zaman açtı. Fakat kimseden bir şey istemezlerdi. Hz.Peygamber (s.a.s), geceleri bir kısmını çağırıp kendisi doyurur, bir kısmını da hali vakti yerinde olan sahabilerine gönderirdi. 

<<<Öceki Sayfa            Sonraki Sayfa>>>

Kaynaklar : Peygamberler Tarihi – M.Asım Köksal
Hz.Muhammed’in Hayatı – Martin Lings
Feyzü’l Furkan – Hasan Tahsin Feyizli