SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED (S.A.S)

SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED (S.A.S)

HÜKÜMDARLARI DAVET

Müslümanların Medine’ye gelmelerinin üzerinden 7 yıl geçmiş, Kureyş ile on yıllık barış yapılmıştı. Hz.Peygamber (s.a.s), çevre ülkelerdeki hükümdarlara ve kabile başkanlarına mektuplar yazarak onları İslam’a davet etmeye başladı.

Habeş Hükümdarı (Necaşi) Asham’ın İslam’a Çağırılması
Amr bin Ümeyye, (r.a) bir mektupla birlikte Habeşistan’a gönderildi.

Mektup şöyleydi:
Bismillahirrahmanirrahim.
Allah’ın Resulü Muhammed’ten, Habeş kralı Necaşi Asham’a!
Senin, kalıcı bir selamet içinde olmanı diler, sana olan nimetinden dolayı Allah’a hamd ederim ki, ondan başka tanrı yoktur. Melik, Kuddüs, Selam, Mü’min ve Müheymin olan O’dur.
Şehadet ederim ki, İsa bin Meryem; Allah’ın çok temiz, namuslu ve dünyadan yüz çevirmiş olan Meryem’e verdiği ruhu ve kelimesidir ki, Meryem böylece ona hamile kalmış ve yüce Allah (c.c) onu, ruhundan yaratmıştır. 
Ben seni bir olan, benzeri ve ortağı bulunmayan Allah’a (c.c) , ona kulluk etmeye ve bana tabi olmaya, Allah’tan (c.c) gelip insanlara bildirmiş olduklara inanmaya davet ediyorum. 
Çünkü ben, Allah’ın (c.c) peygamberiyim. 
Seni ve askerlerini, Allah’a (c.c) kulluk etmeye davet ediyorum. 
Ben, sana gerekli şeyleri bildirmiş, dünya ve ahiret mutluluğunu sağlayacak öğüdü vermiş bulunuyorum. 
Öğüdümü kabul et!
Doğru yola uyan ve yürüyenlere selam olsun!

Hz.Peygamber (s.a.s)in mektubu, Necaşi’nin huzurunda okundu. Necaşi, hemen tahtından indi, tevazu ile yere oturdu ve şöyle dedi:
- Eğer, yanına kadar gitmeye imkan bulsaydım, muhakkak giderdim. Allah’ı (c.c) şahit tutarak söylerim ki; O, kitap ehlinin geleceğini bekleyip durdukları peygamberdir. Gözle görmek, bu müjde haberinden daha tatmin edici değildir. Fakat ne yapayım ki, Habeşlilerden pek az yardımcım var. Yardımcılarımın çoğalmasını ve kalplerinin İslam’a ısınmasını bekliyorum.
Bir mektup yazarak bir çok hediye ile birlikte Hz.Peygamber (s.a.s)e gönderdi.

Gönderdiği mektup şöyleydi:
Bismillahirrahmanirrahim.
Allah’ın (c.c) peygamberi Muhammed’e, Necaşi Asham bin Ebcer tarafındandır.
Ey Allah’ın (c.c) Peygamberi! Allah’ın selam ve selameti, rahmet ve bereketi üzerine olsun!
O Allah ki (c.c) , O’ndan başka tanrı yoktur. Ancak O vardır. Beni İslamiyet’e hidayet eden O’dur.
Ya Resulallah! (s.a.s) İçinde İsa’nın işi anılan mektubun bana ulaştı. Göklerin ve yerin Rabbine yemin ederim ki, İsa da kendisi hakkında Senin belirttiğinden zerre kadar fazla bir şey söylememiştir. O ancak senin dediğin gibidir.
Bize neleri bildirmek üzere gönderildiğini öğrenmiş, arkadaşlarınla tanışmış ve kendilerini ağırlamış bulunuyoruz.
Şehadet ederim ki: Sen, şüphesiz, sözlerinde doğru ve kendinden önceki peygamberleri de doğrulayıcı olarak gönderilmiş olan peygambersin!
Ben sana uydum. Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c) önünde boyun eğip Müslüman oldum. Oğlum Erha’yı da Sana gönderiyorum. Ben kendimden başkasına güç yetirememekte, söz geçirememekteyim. Eğer benim de muhakkak yanına gelmemi istiyorsan, Onu da yaparım. Söylediğin şeyler doğru ve gerçektir.
Selam Sana ya Resulallah! (s.a.s)
Necaşi, Habeşistan’a sığınmış bulunan Müslümanların Medine’ye gidebilmeleri için yol hazırlıklarının yapılmasını emretti. İki gemi hazırlandı. Gemilerden birisine Müslümanlar, diğerine de Necaşi’nin oğlu Erha ile birlikte aralarında din adamlarının da bulunduğu 70 kadar Hebeşli bindi. Fakat Habeşlilerin gemileri deniz yolculuğunda batacak ve hepsi de boğularak can vereceklerdi.

Rum Hükümdarı (Kayser) Heraklius’un İslam’a Çağırılması
Dıhye bin Halife (r.a) , bir mektupla birlikte Rum (Bizans) Kayseri Heraklius’a gönderilmişti. Dıhye (r.a), Bizans’a bağlı olan Gassan’ın yöneticisi Haris’e başvurdu, durumu anlattı. Haris, Adiy bin Hatim’i Dıhye’yi Heraklius’a götürmekle görevlendirdi. Bu sırada Heraklius, Kudüs’te bulunuyordu.

Dıhye’nin (r.a) kabilesinden bazı kişiler ona öğütte bulunmuşlardı:
- Kayser’in yanına girdiğinde yere kapan! O izin verinceye kadar da başını kaldırma!
- Ben bunu hiçbir zaman yapmam, Allah’tan (c.c) başkasına da secde etmem!
- Eğer böyle yaparsan, O senin ne mektubunu alır, ne de sana bir cevap yazar!
- İsterse almasın!
İçlerinden birisi,
- Ben sana bir şey tavsiye edeyim. Sen onu yapınca hem mektubunu alır, hem de ona secde etmek zorunda kalmazsın.
- Nedir o?
- Kayserin oturduğu bir tahtı vardır. Sen mektubunu oraya bırakırsın. Kayser onu alınca, mektubun sahibini çağırır. O zaman sen de Kayser’in yanına girersin. 
- Bak işte bunu yapabilirim!
Dıhye (r.a), Hz.Peygamberin (s.a.s) mektubunu, Kayserin oturup dinlendiği yere bıraktı. Kayser mektubu getirtti. Arapça olduğunu görünce, bir tercüman çağırttı. Mektup, “Allah’ın kulu ve peygamberi Muhammed’ten (s.a.s) Rumların sahibi Heraklius’a” diye başlıyordu. Heraklius, odada bulunanları dışarı çıkardı. Bir Hristiyan olan danışmanını yanına çağırıp görüşünü aldı. Ardından, Dıhye’yi getirmekle görevlendirilen Adiy bin Hatim’i huzuruna çağırdı. 
Adiy:
- Ey Hükümdar! Koyun ve deve sahibi Araplardan olan şu kişi, yurtlarında meydana gelen şaşılacak bir olaydan bahsediyor.
dedi. Heraklius, tercüman vasıtasıyla Dıhye ile konuşmaya başladı:
- Yurdunuzda meydana gelen olay nedir?
- Aramızda biri ortaya çıktı. Kendisinin peygamber olduğunu söylemektedir. Halkın bir kısmı Ona tabi oldu. Bir kısmı da karşı koymakta. Aralarında çarpışmalar oluyor.
Heraklius, Kudüs’ün emniyet amirini çağırdı. 
- Peygamber olduğunu söyleyen şu kişinin soyundan, kabilesinden bir adam bulup bana getirin!
diye emir verdi. O sırada Ebu Süfyan, ticaret için Şam’da bulunuyordu.

Olayın devamını Ebu Süfyan şöyle anlatıyor:
Gazze’de bulunduğumuz sırada, Heraklius’un emniyet amiri, üzerimize saldırır gibi gelip,
- Siz şu Arabistan’da ortaya çıkan adamın kavminden misiniz?
- Evet!
- Haydi, benimle hükümdarın yanına geleceksiniz?
Heraklius, çevresinde Rum büyükleri ile beraber başında taç giymiş halde oturuyordu. Tercümanı çağırarak konuşmaya başladı:
- Peygamber olduğunu söyleyen o kimseye soyca en yakınınız hanginiz?
- Onların soyca en yakın olanı benim!
- Aranızdaki akrabalığın derecesi nedir?
- O benim amcamın oğlu olur.
Bunun üzerine Kayser, beni yanına getirmelerini emretti. Beni Heraklius’un önüne, arkadaşlarımı da benim arkama oturttular.
- Aranızda ortaya çıkan ve peygamber olduğunu iddia eden şu kişi hakkında bana bilgi ver!
- Ey hükümdar! Sen onun işini pek o kadar önemseme! Onun hali, sana anlatılmış olandan aşağı ve düşüktür.
Heraklius, benim bu sözümü hiç umursamadı.
- Sen Onun hakkında soracağım şeylere cevap ver!
- İstediğini sor!
- O her çarpıştığınızda sizi yendi mi?
- Benim bulunmamış olduğum çarpışmadan başka hiçbir çarpışmada bizi yenemedi.
- Sen Onu yalancı olarak mı, yoksa doğru sözlü olarak mı kabul edersin?
- O doğru sözlü değil, yalancıdır!
- Sen böyle söyleme! Yalancılık hiç kimseye üstünlük sağlamaz. 
Sonra tercümanına döndü:
- Söyle onun arkadaşlarına! Eğer sorduğum şeyler hakkında yalan söylemeye kalkarsa, kendisini yalanlasınlar.
Vallahi, sorulacak şeyler üzerinde uyduracağım yalanımı, arkadaşlarımın, orada burada anlatıp durmalarından utanmasaydım, muhakkak yalan uydururdum. Fakat yalan söylediğimi anlatmalarından utandığım için Heraklius’a doğruları söyledim.
- Peygamber olduğunu söyleyen o kişinin içinizde soyu nasıldır?
- Soy bakımından en seçkinimizdir.
- İçinizde, Peygamberlik sözünü, Ondan önce söylemiş kimse var mıydı?
- Yoktu.
- Onun ataları içinde hiçbir hükümdar gelmiş miydi?
- Hayır, gelmemişti.
- Ona, halkın ileri gelenleri mi, yoksa zayıf ve fakir kimseler mi tabi oluyorlar?
- Ona halkın zayıfları, fakirleri, gençleri ve kadınlar uyuyorlar. Yaşlılardan ve ileri gelenlerden ise ona uyan yoktur.
- Ona uyanlar çoğalıyor mu, yoksa azalıyor mu?
- Çoğalıyorlar.
- Onlardan, onun dinine girdikten sonra beğenmeyip kızarak, ondan dönen kimseler var mı?
- Yok.
- Peygamberlikle ilgili sözü söylemeden önce, Onu hiç yalanla suçladığınız ve kötülediğiniz olmuş muydu?
- Hayır, olmamıştı.
- Sözünde durmadığı ve anlaşmasını bozduğu oldu mu?
- Hayır, ancak biz onunla bir süre için çarpışmayı bırakarak anlaşma yapmış bulunuyoruz. Kendisinin bu süre içinde ne yapacağını bilmiyoruz. Ama anlaşmayı bozacağından korkuyoruz.
Vallah, verdiğim cevaplara bu sözden başka bir şey katma imkanı bulamadım.
- Siz onunla çarpıştığınızda, savaş nasıl sonuçlandı?
- Zafer, aramızda sırayla sonuçlandı. Bir kere O bizi, bir kere de biz Onu yendik.
- Size neleri emrediyor?
- Yalnız bir Allah’a ibadet etmeyi ve Ona hiçbir şeyi ortak koşmamayı emrediyor. Atalarımızın taptığı şeylere de tapmamamızı istiyor. Namaz kılmayı, doğru olmayı, yoksullara yardım etmeyi, emaneti sahiplerine vermeyi, akrabayı gözetmeyi emir ediyor.
- Sen kendisinin, içinizde en soylunuz olduğunu söyledin, zaten peygamberler de kavminin en soyluları arasından seçilirler. Sen, Peygamberlik sözünü Ondan önce söyleyen bir kimse çıkmadığını söyledin. Eğer Ondan önce bu sözü söylemiş kimse olsaydı, belki kendisinden önce söylenmiş bir söze uymak isteyen bir kimsedir diye düşünecektim. Onun atalarından hükümdar yoktur dedin. Eğer atalarından hükümdar gelmiş olsaydı, bu da belki, babalarının saltanatını elde etmeye çalışan bir kimsedir diyecektim. Bu sözü söylemeden önce, onu hiç yalanlamadığınızı söyledin. Benim bildiğime göre, insanlara karşı hiç yalan söylemeyen kimse, Allah’a karşı da yalan söylemez. Sen Ona halkın zayıf ve fakir kimselerinin uyduğunu söyledin. Zaten peygamberlere uyanlar da onlardır. Sen ona uyanların sayısının arttığını söyledin. Zaten iman işi de tamamlanıncaya kadar hep böyle gider. Onun dinine uyanlardan beğenmeyip geri dönenler olmadığını söyledin. Zaten iman da böyle olur. Taşıdığı ferahlık ve neşe, kalbe karışıp kökleşince, hiç kimse onu beğenmemezlik etmez. Sen, sözünü hiç bozmadığını söyledin. Zaten peygamberler de böyle olur. Sen bazen sizin, bazen de onun savaş kazandığını söyledin. Zaten peygamberler de böyledir. Zorluklara uğratılırlar. Sonunda güzel sonuç onların olur. Sen, onun sizi çağırdığı şeyleri saydın. Zaten bunlar, peygamberlerde bulunan sıfatlardır. Ben onun ortaya çıkacağını bekliyor, fakat sizden olacağını ummuyordum. 
Bundan sonra Heraklius, Dıhye’yenin (r.a) getirdiği mektubu okuttu.

Mektupta şunlar yazıyordu:
Bismillahirrahmanirrahim.
Allah’ın kulu ve Peygamberi Muhammed’ten,(s.a.s) Rumların büyüğü Heraklius’a!
Doğru yola uyanlara selam olsun!
Ben seni İslam’a davet ediyorum. Müslüman ol da Allah (c.c) senin mükafatını iki kat versin. Eğer davetimi kabul etmezsen, yoksul çiftçilerin ve bütün halkının günahı senin üzerine olsun.

De ki: "Ey Ehl-i Kitap (olan yahudi ve hıristiyanlar)!, Bizimle sizin aranızda eşitlik sağlayan (ortak) bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, Allah'ın dışında birimiz diğerini rab edinmesin." Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse (onlara): "Şâhit olun ki biz, gerçek müslümanlarız" deyin.
3/64
Bu âyet-i kerîmeyi, Rasûlullah (s.a.v.) hicrî 7. yılın birinci ayında (Mayıs 627), Şam'daki Rum kralı Hirakl'i İslâm'a dâvet mektubunda yazmıştı. Bu âyette dinler arası diyaloğa yani birbirini hoşgörü ile kabullenmeye değil Ehl-i Kitab'a mensup kimseleri tevhide/İslâm'a dâvet vardır. [bkz. âyet, 83 ve açıklaması] 
(Bazılarını rab edinmek: Peygamberimiz (s.a.v.)'in buyurduğu gibi, Allah'ın emir ve yasakları varken, bunlara aykırı emirler veren kişinin emirlerini emir, yasaklarını yasak sayarak hükümlerini kabullenmek ve isteyerek/gönülden onlara itaat etmek, onları rab kabul etmektir. [bkz. 9/31])

Heraklius, sözlerini tamamlayıp, mektubu okutma işini bitirdikten sonra yanında sesler yükselmeye başladı. Fakat ben ne söylediklerini anlayamadım. Heraklius, bizim çıkarılmamızı emretti. Dışarı çıkınca arkadaşlarıma, 
- Muhammed’in işi iyice büyümeye başladı. Baksanıza, Rumların hükümdarı bile Ondan korkuyor.
dedim.

Heraklius, Ebu Süfyan’ı dinledikten sonra, bir süre Dıhye (r.a) ile konuştu. Ona Hz.Peygambere (s.a.s) iletilmek üzere bir mektup ve kıymetli hediyelerle verdi. Kayser Müslüman olmaya niyetlenmiş, fakat çevresindekilerin itirazları üzerine bundan vazgeçerek, Müslüman olmamıştı.

İran Hükümdarı’nın (Kisra) İslam’a Çağırılması
Abdullah bin Huzafe (r.a), Kisra’ya elçi olarak gönderildi. Yanında Hz.Peygamberin (s.a.s) mektubunu taşıyordu.

Mektup şöyleydi:
Bismillahirrahmanirrahim...
Allah’ın Peygamberi Muhammed’den, İranlıların büyüğü Kisra’ya!
Hidayete uyup doğru yolu tutanlara, Allah’a (c.c) ve peygamberine inananlara; Allah’tan (c.c) başka tanrı olmadığına, ortağı bulunmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve peygamberi olduğuna şahitlik edenlere selam olsun!
Ben seni Allah’a (c.c) inanmaya davet ediyorum.
Çünkü ben; Allah’ın, (c.c) kalpleri diri ve akılları başında olanları uyarmak, inkar edenler hakkında da, o azap sözünü gerçekleştirmek için, bütün insanlara gönderdiği peygamberiyim.
Öyle ise Müslüman ol, selamet bul!
Davetimden yüz çevirirsen, bütün Mecusilerin günahı senin boynuna olsun!

Abdullah (r.a), Kisra’nın sarayının kapısına kadar geldi. Yanına girmek için izin istedi. Kisra önce kabul salonunun süslenmesini, ardından da devlet adamlarının içeri alınmasını emretti. Sonra elçi içeri alındı. Kisra, mektubun alınarak getirilmesini emrettiyse de, Abdullah (r.a) bunu kabul etmedi:
- Onu, Resulullah’ın (s.a.s) emrettiği şekilde, kendim vereceğim!
- Öğle ise hadi yanıma yaklaş!
Mektubu okutmak için katibini çağırdı. Katip mektubu, “Allah’ın peygamberi Muhammed’den, İranlıların büyüğü Kisra’ya!” diye okumaya başlayınca, Kisra büyük bir öfkeye kapıldı. Hz.Peygamber (s.a.s) kendi ismini Kisra’nın isminden önceye almıştı. Bağırdı, çağırdı, sonra da devamını bile okumadan mektubu yırttı. 
- Şuna bak! Benim kölem olan kişi, kalkıp da bana mektup yazıyor! Mülk ve saltanat benimdir! Sizler, karınlarınızın doyduğunu, gözlerinizle inkar eden kimselersiniz!
dedi ve elçinin çıkarılmasını emretti. Abdullah (r.a), Medine’ye gelip durumu Hz.Peygambere (s.a.s) haber verdi. Bunun üzerine, Hz.Peygamber (s.a.s) dua etti:
- O benim mektubumu parçaladı! Allah’ta onun mülk ve saltanatını parçalasın!
Bu sırada Kisra’da Yemen valisi Bazan’a bir mektup yazdı.

Mektubunda şöyle diyordu:
İşittiğime göre, Mekke’de birisi ortaya çıkmış, kendisinin peygamber olduğunu söylüyormuş. Bana mektup yazıyor. Benim kulum, kölem olduğu halde, mektuba kendi ismi ile başlıyor. Toprağından çıkıp, beni küçümseyen bu adamın hakkından geliver! Kendi kavminin dinine dönmesini ona emret! Dönmekten kaçınırsa, başını kes, bana gönder!

Bazan, Kisra’nın mektubunu alır almaz, güvendiği adamlardan meydana gelen bir heyeti durumu incelemek üzere Hz.Peygambere (s.a.s) gönderdi. Elçiler, Medine’ye ulaştılar. Hz.Peygamber (s.a.s), heyetin geldiğini haber alınca, ağırlanmalarını emretti. Birkaç gün dinlenmelerini sağladıktan sonra yanına çağırdı. Heyetin başkanı konuşmaya başladı:
- Şahlar şahı, hükümdarlar hükümdarı Kisra, vali Bazan’a mektup yazıp, seni kendisine getirmek üzere adam göndermesini emretti. Bazan da kendisine getirmek için bizi sana yolladı. Eğer bizimle gelirsen, Bazan, lehinde bir mektup yazıp seni bağışlatır. Eğer gelmekten kaçınırsan, Kisra Seni de kavmini de yok eder! 
Bazan’dan getirdiği mektubu da Hz.Peygambere (s.a.s) sundu. Hz.Peygamber (s.a.s), anlatılanları dinledi, mektupta yazılanları da öğrendi. Sonra da elçileri İslam’a davet etti. Elçiler:
- Eğer bizimle gelmeyeceksen, vali Bazan’ın mektubuna cevap yaz!
- Eğer ben bu işi kendiliğimden yapmış olsaydım, vazgeçerdim. Fakat beni, Allah,(c.c) peygamber olarak gönderdi. Siz bugün ayrılıp yerinize dönün. Yarın sabah yanıma geldiğinizde, yapmak istediğimi size haber vereyim.

Ertesi gün elçiler tekrar Hz.Peygamberin (s.a.s) huzuruna çıktılar. Duydukları karşısında ise şaşkına döndüler:
- Bazan’a haber verin ki, Rabbim olan Allah, (c.c) Bazan’ın Rabbi olan Kisra’yı, bu gece, gecenin yedinci saatinde öldürdü.
- Sen ne söylediğini biliyor musun? Bu sözü gerçekten ona haber verelim mi?
- Evet! Bunu benden işittiğinizi ona haber verin. Hem de ona deyin ki, Benim dinim ve hakimiyetim, Kisra’nın saltanatının ulaştığı yerlere kadar ulaşacak, atların ve develerin ayak bastığı en uzak yerlere kadar uzanacaktır! Yine ona deyin ki, Müslüman olursa, idaresi altında bulunan yerleri yine ona vereceğim. 
Heyet, Hz.Peygamber’in (s.a.s) yanından ayrılıp, bir hayli yolculuktan sonra, Bazan’ın yanına ulaştılar. Olanları ona anlattılar. Bazan,
- Bu sözler, hükümdar sözü değildir! Kisra hakkında vermiş olduğu bilginin sonucunu bekleyelim. Eğer söyledikleri doğru çıkarsa, O gerçekten Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir peygamberdir. Eğer sözleri doğru çıkmazsa, o zaman gereğini düşünürüz! Siz Onu nasıl buldunuz?
- Biz Ondan daha heybetli, hiçbir şeyden korkmayan, muhafızları bulunmayan, halk arasında yaya yürüyen ve alçak gönüllü bir hükümdar görmedik!
Aradan çok geçmeden, Kisra’nın oğlu Şireveyh’in mektubu Bazan’a ulaştı. Mektupta şöyle deniyordu:
Bundan sonra derim ki, ben Kisra’yı öldürdüm!
Ben bunu, ancak, İran’ın ileri gelenlerinden bir çok kimseyi öldürmesi, bir çoğunu da tutuklatmasına kızdığımdan dolayı yaptım. Mektubum sana ulaşınca, halkın bana bağlılıklarını sağla.
Kisra’nın öldürülüş tarihi ve zamanı da aynen Hz.Peygamberin (s.a.s) bildiğine aynen uyuyordu. Bazan, mektubu okur okumaz, 
- Bu zat, mutlaka Allah (c.c) tarafından insanlar gönderilmiş bir peygamberdir!
diyerek Müslüman oldu. Haber kendisine ulaştığı sırada hastalanmış durumdaydı. Ölmeden önce kendisinin yerine kimi bırakacağı soruldu. O da, 
- Sizin için, her işin önünü ve sonunu gören bir hükümdar vardır. Ona uyun ve Onun dinine girin!
diyerek vasiyette bulundu. Aslen İranlı olup, Yemen’de oturan Ebnaların tamamı Müslüman oldular. Bir heyet göndererek Müslüman olduklarını da Hz.Peygambere (s.a.s) haber verdiler.

İskenderiye Hükümdarı’nın (Muvakıs) İslam’a Çağırılması
Hz.Peygamber (s.a.s),
- Ey İnsanlar! Karşılığını Allah ödemek üzere, şu mektubu Mısır Hükümdarına hanginiz götürür?
Hatib (r.a), sıçrayıp ayağa kalktı ve Hz.Peygamber’in (s.a.s) yanına gitti:
- Ya Resulallah! (s.a.s) Ben götürürüm!
- Ey Hatib! Görevini, Allah, senin için mübarek kılsın!
Hatıb (r.a), mektubu Hz.Peygamber (s.a.s)den aldı. Evine gidip hazırlığını yaptı. Ailesi ile vedalaşıp yola çıktı. Muvakıs’ı İskenderiye’de buldu. Sarayın kapısına varıp niçin geldiğini haber verdi. Kendisini hiç bekletmediler. Mektubu Muvakıs’a verdi.

Mektup şöyleydi:
Bismillahirrahmanirrahim!
Allah’ın kulu ve Peygamberi Muhammed’ten, Kıptilerin büyüğü Muvakıs’a!
Hidayet’e uyup doğru yolu tutanlara selam olsun!
Ben seni İslam davetiyle, Müslümanlığa davet ediyorum. 
Müslüman olup saadet bul da, Allah (c.c) sana karşılığını iki kat versin!
Eğer davetimi kabul etmez, ondan kaçınırsan, Kıptilerin günahı senin boynuna olsun!

De ki: "Ey Ehl-i Kitap (olan yahudi ve hıristiyanlar)!, Bizimle sizin aranızda eşitlik sağlayan (ortak) bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, Allah'ın dışında birimiz diğerini rab edinmesin." Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse (onlara): "Şâhit olun ki biz, gerçek müslümanlarız" deyin.
3/64
Bu âyet-i kerîmeyi, Rasûlullah (s.a.v.) hicrî 7. yılın birinci ayında (Mayıs 627), Şam'daki Rum kralı Hirakl'i İslâm'a dâvet mektubunda yazmıştı. Bu âyette dinler arası diyaloğa yani birbirini hoşgörü ile kabullenmeye değil Ehl-i Kitab'a mensup kimseleri tevhide/İslâm'a dâvet vardır. [bkz. âyet, 83 ve açıklaması] 
(Bazılarını rab edinmek: Peygamberimiz (s.a.v.)'in buyurduğu gibi, Allah'ın emir ve yasakları varken, bunlara aykırı emirler veren kişinin emirlerini emir, yasaklarını yasak sayarak hükümlerini kabullenmek ve isteyerek/gönülden onlara itaat etmek, onları rab kabul etmektir. [bkz. 9/31])

Hz.Peygamberin (s.a.s) mektubu okununca Muvakıs, “Hayırlı olsun!” dedi. Aradan bir süre geçtikten sonra, Muvakıs, Hatib’i (r.a) tekrar huzuruna çağırttı. Hatib (r.a), o günü şöyle anlatıyor:
İskenderiye hükümdarı Muvakıs, haber gönderip beni yanına getirtti. Kumandanlarını ve devlet adamlarını da yanında toplamıştı. Bana,
- Anlamak istediğim bazı şeyleri sana soracak ve seninle konuşacağım!
- Buyurun konuşalım!
- Bana haber ver! Senin efendin, bir peygamber değil midir?
- Evet, O, Allah’ın (c.c) peygamberidir!
- O gerçekten peygamberse, kendisini yurdundan çıkarıp, başka bir yurda sığınmak zorunda bırakanlara, niçin dua etmedi?
- Sen İsa bin Meryem’in (a.s) peygamber olduğuna şehadet edersin, değil mi? O, peygamber olduğu halde, kendisini yakalayıp asmak istedikleri zaman, Allah, (c.c) Onu göğe kaldırıp yükselteceğine, kavminin helak edilmeleri için dua etse olmaz mıydı?
Muvakıs, bir müddet sustuktan sonra, 
- Sözünü tekrarla!
dedi. Tekrarladım, yine sustu. Sonra da, 
- Güzel söyledin! Sen hikmetli sözler söyleyen birisin! Hikmet sahibi olanın da yanından geliyorsun!
- Senden önce burada bir adam , kendisinin tanrı olduğunu ilan etmişti. Yüce Allah (c.c) onu dünya ve ahiret azabıyla yakaladı. Sen, başkasından ibret al da başkalarına ibret olma!
- Bizim bir dinimiz var. Daha hayırlısını bulmadıkça onu bırakacak değiliz.
- Senin daha hayırlısını bulmadıkça bırakmayacağını söylediğin dinden daha hayırlı din hiç şüphesiz İslam’dır. Biz seni İslam’a davet ediyoruz ki, Allah din olarak insanlara onu yeterli kılmıştır. Daha fazlası da yoktur. Hayatım üzerine yemin ederim ki, Musa peygamber nasıl İsa peygamberi haber vermiş ve onun geleceğini müjdelemişse; İsa peygamber de Hz.Muhammed’i haber vermiş ve onun geleceğini müjdelemiştir. Bizim seni Kur’an’a davet etmemiz, senin Tevrat’a bağlı olanları İncil’i kabul etmeye davet etmen gibidir.
- Ben bu peygamberin işini inceledim. Kendisini ne bir sihirbaz, ne de yalancı bir kahin olarak bulmuş değilim. Bununla beraber ben biraz daha düşünmek istiyorum.
Muvakıs, mektubu alıp fildişinden yapılmış bir kutunun içine koydu. Aradan bir süre geçtikten sonra da Arapça bir mektup yazdırarak Hatıb’a (r.a) verdi ve Hz.Peygamberin (s.a.s) yanına gönderdi.

Mektupta şunlar yazıyordu:
Muhammed bin Abdullah’a, Kıbtilerin büyüğü Muvakıs’tan!
Selam olsun Sana!
Mektubunu okudum. Mektubunda bahsettiğin ve beni davet ettiğin şeyleri anladım.
Gelecek bir peygamber daha olduğunu biliyor fakat onun Şam’dan çıkacağını sanıyordum.
Elçini ağırladım. Sana, Kıbtiler katında değerli iki cariye ile elbiseler gönderdim. Binmen için Sana bir de katır hediye ettim. 
Selam olsun Sana!

Muvakıs, bundan fazla ne bir şey yaptı, ne de Müslüman oldu. 
Hatıb (r.a) , hediyelerle Medine’ye döndü, Muvakıs’ın sözlerini Ona anlattı. Hz.Peygamber (s.a.s), Muvakıs’ın gönderdiği hediyeleri kabul etti ve şöyle buyurdu:
- Kötü adam! Saltanatına kıyamadı. Esirgediği saltanatı ise kendisine kalmayacak!

Şam Sınırı Hükümdarı’nın İslam’a Çağırılması
Hz.Peygamber (s.a.s)in gönderdiği altı elçiden birisi de Şuca bin Vehb’di (r.a). O da İslam’a davet için Şam sınırında yaşayan Hristiyan Arapların hükümdarı Haris bin Ebi Şimr’ül Gassani’ye gönderildi.

Mektupta şunlar yazıyordu:
Bismillahirrahmanirrahim!
Allah’ın Peygamberi Muhammed’ten, Haris bin Ebi Şimr’e!
Doğru yola uyan, Allah’a (c.c) inanıp peygamberini tasdik edenlere selam olsun!
Ben seni, eşi ve ortağı bulunmayan ve bir olan Allah’a (c.c) inanmaya davet ediyorum. 
Davetimi kabul edersen, hüküm ve saltanatın yine sende kalacaktır.

Şuca anlatıyor:
Hükümdar Haris’in yanına gittim. Kendisi, o sırada Kayser Heraklius’un yapacağı ziyareti için hazırlıklarda bulunuyordu. Kapısında iki ya da üç gün kadar oturup bekledim. Kapıcısına, 
- Ben Allah’ın (c.c) peygamberinin Haris’e gönderdiği elçiyim. 
- Sen onunla buluşamazsın. O, filan gün ve filan saatte çıkar.
Kapıcı Mira adında bir Rum’du. Bana Resulullah’ı (s.a.s) sordu. Ona Resulullah’ı (s.a.s) ve Haris’i nelere davet ettiğini anlatınca kendisini tutamayarak ağlamaya başladı.
- Ben İncil’i okudum. Peygamberin sıfatlarını ve insanları nelere davet edeceğini İncil’de aynen yazılı buldum. Ama Onun Şam’dan çıkacağını sanıyordum. Onun peygamber olduğuna inandım. Ama inandığımı açıklarsam Haris beni öldürür.

Bana ikramlarda bulunuyor ve beni en güzel şekilde ağırlıyordu. En sonunda Haris, günü gelince tahtına çıkıp oturdu. Yanına girmeme izin verildi. Resulullah’ın (s.a.s) mektubu kendisine sundum. Haris, mektubu okudu ve yere attı:
- Saltanatımı kim benden sökebilecekmiş, göreyim! O Yemen’de de olsa üzerime gelmeden ben Ona gideceğim. 
dedi. Gece oluncaya kadar oturduğu yerden ayrılmadı. Sonra kalktı ve atların nallanmasını emretti. Bana da,
- Gördüklerini, efendine haber ver!
dedi. Kayser’e de bir mektup yazıp elçiliğimi haber verdi ve Resulullah’ın (s.a.s) üzerine yürümeye hazırlandı. O sıra Kayser Kudüs’teydi ve Dıhye (r.a) de elçi olarak yanında bulunuyordu. Kayserin cevap olarak yazdığı mektupta,
- Sakın Onun üzerine yürüyeyim deme! Kudüs’te benimle buluş!
diyordu. Mektubun cevabı gelince, Haris, beni yanına çağırdı:
- Efendinin yanına ne zaman gitmek istiyorsun?
- Yarın.
Bana yüz miskal altın verilmesini emretti.

Haris’in kapıcısı Mira da bana yol için yiyecek ve elbise hazırladı. Sonra da:
- Allah’ın (c.c) peygamberine benden selam söyle! Müslüman olduğumu O’na haber ver!
dedi. Medine’ye dönüp Resulullah’ın (s.a.s) yanına geldim. Haris’in sözlerini ve davranışlarını anlattım. 
- Saltanatı yok olsun!
buyurdu. Kapıcı Mira’nın selamını ve söylediklerini de kendisine ilettim.
- Doğru söylemiş.
buyurdu. 
Haris bin Ebi Şemr, Mekke’nin feth edildiği yılda öldü. Yerine Cebel bin Eyle geçti ve ondan sonra da saltanat sona erdi.

Yemame Hükümdarı’nın İslam’a Çağırılması
Hz.Peygamber (s.a.s), Salit bin Amr’ı (r.a), Yemame hükümdarı Hevze bin Ali’yi İslam’a davet etmekle görevlendirdi.

Salit ile Yemame hükümdarına gönderilen mektup şöyleydi:
Bismillahirrahmanirrahim!
Allah’ın Peygamberi Muhammed’ten, Hevze bin Ali’ye!
Doğru yola uyanlara selam olsun!
İyi bil ki, benim dinim, develerin ve atların ayak basacakları en uzak yerlere kadar uzanacak, bütün dinlere galip ve üstün gelecektir. 
Sen de Müslüman ol, kurtuluşu bul!
Müslüman olursan, idarenin altındaki yerlerin idaresini yine sana bırakırım.

Salit, mektupla birlikte Hevze’nin yanı gittiği zaman Hevze, onu ağırladı. Mektubu okuduktan sonra, kibarca red etti.

Yazdığı mektubunda şöyle cevap verdi:
Davet ettiğin şey, ne kadar güzel, ne kadar iyi!
Ben kavmimin şairi ve hatibiyim. Araplar benim kavmimden korkar ve titrerler. 
Bana işinden bazı yetkiler ver de Sana tabi olayım.

Hevze, elçiye bahşişler ve iyi dokunmuş kumaştan elbiseler vererek mektupla birlikte geri gönderdi. Salit mektubu Hz.Peygambere (s.a.s) getirdi ve okudu. Hz.Peygamber (s.a.s):
- Yerdeki olmamış bir hurmayı bile istese ona vermem! Sahip olduğu her şeyi yok olsun! 
diyerek dua etti. Mekke’nin feth edildiği yıl, Hevze’nin de ölüm haberi Hz.Peygamber’e (s.a.s) ulaştı.

<<<Öceki Sayfa            Sonraki Sayfa>>>

Kaynaklar : Peygamberler Tarihi – M.Asım Köksal
Hz.Muhammed’in Hayatı – Martin Lings
Feyzü’l Furkan – Hasan Tahsin Feyizli