SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED (S.A.S)

HUNEYN SEFERİ
Hz.Peygamber (s.a.s) henüz Mekke’den ayrılmamıştı ki, Hevazin ve Sakif kabilelerinin savaşmak için toplandıkları haberi geldi. Toplanan askerlerinin sayısı 14.000 kişi kadardı. Çevre kabilelerden katılanlarla bu sayı 20.000’e ulaşmıştı. Hz.Peygamber (s.a.s), olayın doğruluğunu araştırmak ve bilgi toplamak amacıyla Abdullah bin Hadred’i (r.a)
görevlendirdi. Fakat gelen bilgiler, duyulanları doğruluyordu.
Mekke’de bulunan ordu hazırlandı ve savaşmak için yola çıktı. İslam ordusunun sayısının 10.000–12.000 kişi olduğu rivayet edilir. 5 günlük bir yolculuktan sonra Huneyn’e ulaşıldı.
Savaşın Başlaması ve Bozgun
Hz.Peygamber (s.a.s), seher vaktinde orduyu savaş düzenine soktu.
Ebu Abdurrahman (r.a) anlatıyor:
Çok sıcak ve yakıcı bir günde yola devam edip ağaç gölgelerine indik. Güneş en yüksek noktaya ulaşınca, zırhımı giydim. Atıma binip Resulallah’ın (s.a.s) yanına gittim. Selam verdim:
- Yürüyüş zamanı geldi mi?
- Evet.
Ağacın dibinde dinlenen Bilal’den (r.a) katırının eyerlenmesini istedi. Bilal (r.a), bir semer çıkardı. Kenarları hurma lifinden yapılmış, gösterişsiz ve hoşa gitmeyecek bir eyerdi. Resulullah (s.a.s) katırına bindi, biz de hayvanlarımıza bindik. Resulullah (s.a.s), düşmana karşı bizi o akşam ve gece savaş safları halinde düzene koydu. Kendisi boz renkli bir katıra binmişti. Sırtına iki kat zırh gömlek giymiş, başına da miğfer geçirmişti.
Huneyn vadisine sabahın alaca karanlığında, savaş düzeninde inilmeye başlandı. Fakat öncü birlikler Hevazin savaşçılarının kurduğu pusuya düşerek dağıldılar. Her yerden yağmur gibi ok yağıyordu. Hevazinler, bozulup geri çekilen Müslüman savaşçıları kovalayarak Hz.Peygamber’in (s.a.s) bulunduğu yere kadar geldiler.
Hz.Peygamber (s.a.s),
- Nereye gidiyorsunuz ey insanlar! Bana doğru gelin! Ben Allah’ın peygamberiyim. Ben Muhammed bin Abdullah’ım!
diye sesleniyor, develer birbirine giriyor, halk ise alabildiğince kaçıyordu. Hz.Peygamber’in (s.a.s) yanında asıl askerleri olan Mekke’den kendisiyle birlikte hicret eden Muhacirler ile Medineli Müslümanlar dışında kimse kalmamıştı. Boz katırını tepip Hevazinlerin üzerine yürümek istiyor, yanından ayrılmayan amcası Hz.Abbas (r.a) katırın yularını, Ebu Süfyan (r.a) ise üzengisini tutup hızını kesmeğe ve düşman arasına dalmasına engel olmaya çalışıyorlardı.
Müslümanların Toparlanması
Seslenmesine rağmen kaçışanların hiçbirinin geriye dönmediğini görünce, çok gür sesli olan Hz.Abbas’tan (r.a) seslenmesini istedi. Hz.Abbas (r.a), Hz.Peygamber’in (s.a.s) kendisine bildirdiği gibi seslenmeye başladı:
- Ey Semure ağacının altında biat etmiş olan Sahabiler! Neredesiniz?
Daveti işiten Müslümanlar “Emrindeyiz” diyerek toparlanmaya başladılar. Öyle ki, develerinin başlarını çevirmeye güç yetirmeyenler, zırhlarını çıkarıp develerinden atlıyor, kılıç ve kalkanlarıyla sesin geldiği yöne doğru koşuyorlardı. Her taraftan gelen Müslümanlar öfkeyle Hevazinlerin üzerine atılmaya başladılar.
Birkaç gün önceye kadar Hz.Peygamber’in (s.a.s) en şiddetli düşmanlarından olan Ebu Süfyan (r.a) da atından inmiş, yalın kılıç Hz.Peygamber’in (s.a.s) katırının yanında savaşıyordu.
Ebu Süfyan Huneyn Seferinde
Ebu Süfyan (r.a) anlatıyor:
Allah biliyor ki, Resulallah’ın (s.a.s) önünde ölmek istiyordum. O sırada Abbas (r.a), Resulallah’ın (s.a.s) katırının gemini tutuyordu. Ben de diğer tarafa geçip katırın geminden tutunca Resulullah (s.a.s),
- Kim bu?
diye sordu. Yüzümden miğferimi kaldırdım. Abbas (r.a),
- Ya Resulullah (s.a.s)! Amcanın oğlu Ebu Süfyan’dır! Ondan razı ol!
- Razı oldum. Allah onun düşmanlıklarını bağışlasın.
buyurdu. Eğildim, üzengideki ayağını öptüm.
Şeybe’nin Müslüman Olması
Babaları Uhud savaşında Müslümanlar tarafından öldürülmüş olan Şeybe ve Safvan, Huneyn’de bir fırsatını bulup Hz.Peygamber’i (s.a.s) öldürerek intikamlarını almak konusunda anlaşmışlardı. Müslümanların bozguna uğradıkları ve büyük bir kargaşanın yaşandığı sırada Şeybe bekledikleri fırsatı ele geçirdiklerini düşündü.
Kılıcını kınından çıkardı ve Sağ taraftan Hz.Peygamber’e (s.a.s) yaklaşmaya başladı. Ama H.Abbas’ın (r.a) ayakta dikildiğini görünce, “Amcası Onu yalnız ve yardımsız bırakmaz!” diyerek yaklaşmaktan vazgeçti. Sol taraftan yaklaşmayı denedi fakat orada da Ebu Süfyan’ı gördü. “Amcasının oğludur! O da Onu yardımsız bırakmaz ve yanından ayrılmaz” diye düşündü. Arka tarafından Hz.Peygamber’e (s.a.s) yaklaşmaya başladı. Kılıcını Hz.Peygamber’e (s.a.s) vurmaktan başka bir işi kalmamıştı ki, aralarında birden yıldırım benzeri bir ateş parçası gördü. Gözlerini elleriyle kapatıp geri çekildi. Şeybe der ki,
- İşte o zaman anladım ki, o benim saldırımdan muhakkak korunuyor.
Hz.Peygamber (s.a.s) ona doğru başını çevirdi ve gülümsedi:
- Ey Şeybe! Anasız kalasıca! Yanıma gel!
Şeybe titremeye başladı. Yanına gelince, Hz.Peygamber (s.a.s), elini onun göğsüne koydu ve
- Ey Allah’ım! Bundan şeytanı def et!
diyerek dua etti. Hz.Peygamber (s.a.s),
- Şeybe! Haydi artık kafirlerle savaş!
- Ya Resulallah! (s.a.s) Ben alaca atlı pek çok süvariler görüyorum?
- Ey Şeybe! Onları ancak kafir olanlar görür!
buyurdu ve göğsümü eliyle sıkarak
- Ey Allah’ım! Şeybe’ye doğru yolu göster!
diye dua etti. İkinci kere göğsümü sıkarak tekrar dua etti. Vallahi, üçüncüsünde daha elini kaldırmamıştı ki, Allah’ın yaratıklarından bana Ondan daha sevgilisi kalmamıştı. Resulallah’ın (s.a.s) önünde kılıç vurup savaştım. Vallahi canımla ve her şeyimle Onu korumak istiyordum. O sırada babam sağ olsaydı da babamla karşılaşsaydım, kılıçla vurup onu da öldürürdüm. Hevazinler bozguna uğrayıp yurtlarına kaçtıkları zaman, Resulallah’ın (s.a.s) huzuruna vardım:
- Hamd olsun O Allah’a (c.c) ki, senin hakkımda dilediğim şeyden daha hayırlısını diledi.
buyurdu ve kendisine yapmayı düşündüğüm her şeyi, bana olduğu gibi haber verdi. Halbuki ben onları hiç kimseye söylememiştim. Hemen
- Şahadet ederim ki Allah’tan (c.c) başka ilah yoktur ve Sen de hiç şüphesiz Allah’ın (c.c) peygamberisin!
diyerek Müslüman oldum. Benim için bağışlanma dilemesini istedim. Benim için dua etti. Halbuki, “Araplardan ve Arap olmayanlardan Muhammed’e tabi olmadık hiç kimse kalmasa, ben yine de Ona tabi olmam!” diyordum.
Zafer
Müslümanların Hevazinlere kılıçlarla hücum ettiklerini görünce,
- İşte şimdi tandır tutuştu, savaş kızıştı!
buyurdu.
- Ben peygamberim! Yalan yok!
diyerek seslendi.
Bera bin Azib (r.a) der ki,
Vallahi, savaş kızıştığı zaman, Resulallah’a (s.a.s) sığınır, Onunla korunurduk. İçimizde en yiğit olanımız, Onun hizasında durabilendi.
Hz.Peygamber (s.a.s), katırından indi ve dua etmeye başladı:
- Ey Allah’ım! Bize yardımını indir! Senden, vaat ettiğini yerine getirmeni dilerim. Ey Allah’ım! Muhakkak ki, Sen onların bize galip gelmelerini istemezsin.
Sonra yerden bir avuç toprak alıp müşriklerin yüzlerine doğru savurdu. Atarken de,
- Ha Mim! Yüzleri kara olsun!
Muhammed’in Rabbine and olsun ki, onlar bozguna uğradılar.
buyurdu. Bir mucize gerçekleşmiş, Hevazinlerin gözlerine ve yüzüne toprak gelmedik kimse kalmamıştı. Gökle yer arasında demir taslar üzerine düşen demir parçalarının çıkardığı sesler gibi sesler duyulmaya başladı.
Savaşta Bulunanların Şahit Olduğu Olaylar
Huneyn savaşında düşman saflarında yer alan Süveyd bin Amir’e kalplerine düşen korku hakkında sorulduğunda, eline çakıl taşları alır, onu bir tasın içine atarak sesler çıkarır ve
- İşte içimizde böyle sesler çınladığını duyuyorduk.
derdi.
***
Yine daha sonra Müslüman olan Havazinlerin anlattıklarına göre, birden bire bozguna uğramışlar, arkalarına döndükçe Müslümanlar tarafından takip edildiklerini görmüşler, kaçabilenler soluğu ancak yurtlarında alabilmişlerdir.
***
Haris bin Bedel de, Hz.Peygamber (s.a.s) yerden bir avuç toprak alıp yüzlerine atınca bozguna uğradıklarını, her ağaç ve taşı, arkalarından gelen bir süvari sandıklarını söyler.
***
Hz.Abbas (r.a) da o gün şahit olduklarını şöyle anlatır:
Savaş aynı şiddette devam edip dururken, vallahi, Resulallah’ın (s.a.s) çakıl toprağı onlara atmasından sonradır ki güçlerinin azaldığını, işlerin tersine döndüğünü gördüm. Nihayet, Allah (c.c) onları bozguna uğrattı. Resulallah’ın (s.a.s), katırını tepip onları takip ettiğini hala gözlerimle görür gibiyim.
Kur’an’ı Kerim’de inen ayetlerde Huneyn gününden şu şekilde bahsedilmektedir:
Andolsun ki, Allah, size birçok (savaş) yerler(in)de ve Huneyn(deki savaş) gününde yardım etmişti. O vakit (Huneyn'de) çokluğunuz sizi böbürlendirmişti, ama o, size hiç fayda vermemişti. Bunca genişliğine rağmen yeryüzü size dar gelmişti. Nihâyet (bozularak) arka dönmüş (kaçmaya başlamış)tınız.
9/25
Huneyn: Tâif ile Mekke arasında, Tâif'e daha yakın bir vâdinin adıdır.
(Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'yi fethedince Kâbe'deki putları kırmıştı. Hevâzin ve Sakîf kabîleleri kendi putları olan Lât'ın bir benzeri olan Uzzâ'nın yıkılışını hazmedemeyerek alarma geçtiler, Müslümanlara karşı büyük bir ordu toplayıp Mekke ve Tâif arasında bir ordugâh kurdular. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) de, 12 bin kişilik bir ordu ile üzerlerine gitmişti. Fakat Müslümanlar ordunun çokluğu ile övünüyorlardı. Huneyn vâdisine gelince âniden saldırıya uğradılar; önce paniğe kapılıp dağılan Müslümanlar, sonra Allah'ın yardımıyla derlenip toparlandılar ve onları dağıttılar.)
(Bu bozgundan) sonra Allah, Rasûlü'nün ve mü'minlerin üzerine sekînetini (kalplere güven veren rahmetini) indirdi, görmediğiniz askerler indirdi ve inkâr edenleri de azâba uğrattı. İşte o kâfirlerin cezâsı budur.
9/26
(Müşrikler, Huneyn'de yenildikten sonra (H.8) Hevâzin kabîlesinden bir hey'et gelip İslâm'a girdiklerini bildirdiler. Bunların arkasından da Sakîf kabîlesinden bir hey'etin gelip İslâm'a girmek istediklerini bildirmeleri üzerine bir çadıra misâfir edildiler. Ve birtakım şartlar ileri sürdüler. Şartlarından ikisi namaz kılmamak ve zekât vermemekti, biri de putları olan Lât'ın, halk arasında panik olmaması için üç sene daha yıkılmaması idi. Rasûlullah (s.a.v.), bu şartlı ve putlu îmanın kabul olunmayacağını bildirdi. Sonra ilk iki şartı kabul ettiler ve meydan putu Lât'ın da yıkılması talebi ile ilgili süreyi iki yıla, sonra bir yıla, sonra üç, iki ve bir aya indiler. Bu da sonuç vermeyince kesin bir îmanla teslim oldular. Fakat Lât'ın bizzat Rasûlullah (s.a.v.) tarafından yıkılmasını istediler. İşte böylece önce kalplerindeki putlarını, sonra meydandaki putlarını yıkarak kesin îman ile İslâm'a girdiler. Bu gösteriyor ki, makbul müslüman olmak için insanın gerek kendisinin gerek toplumun ölçülerine veya hevâ ve heveslere uygunluk değil, ancak Allah ve Rasûlü'nün bildirdiği şekilde îman ve teslîmiyet gerekir.)
İbn İshâk, IV, 247.
Sonra Allah, bunun ardından da dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
9/27
Ganimetlerin Paylaştırılması
Düşman askerleri dağılıp geri çekilmiş, kadın ve çocukları ile malları Müslümanların eline geçmişti. Kadın ve çocuklardan esir düşenlerin sayısı 6000’i, ele geçen develerin sayısı ise 40.000’i geçiyordu. Hz.Peygamber (s.a.s), Mekke’den kumaş alınarak tüm esirlerin giydirilmesini emretti. Ele geçirilen malların ve esirlerin savaşçılar arasında dağıtılması gerekiyordu. Hz.Peygamber (s.a.s), Hevazinlerin gelerek anlaşma yapmak isteyeceklerini düşünerek dağıtımı 10 gün geciktirdi. Ama gelen olmayınca, esirlerin dağıtımı yapıldı.
Çok geçmemişti ki, Hevazin temsilcileri de çıkıp geldiler. İslam’a girdiklerini ve Hevazinlerin geri kalanlarının da Müslüman olduğunu bildirdiler. Mallarının ve esirlerin geri verilmesini rica ettiler.
- Ya Resulullah (s.a.s)! Biz köklü bir kabileyiz. Bildiğin gibi bir musibete uğradık. Allah’ın sana lütuf ve ihsanda bulunduğu gibi, Sen de bize lütufkar ol!
- Ben sizin gelmeyeceğinizi düşününceye kadar dağıtımı geciktirmiştim. Fakat siz çok geç kaldınız. Esirler mücahidler arasında dağıtıldı. Görüyorsunuz ki, yanımda bunca mücahid var. Onları tüm haklarından vazgeçirmek çok zor. Şimdi siz iki seçenekten birini seçin: ya esirleri ya da mallarınızı tercih edin!
- Ya Resulullah (s.a.s)! Sen mallarımızla çoluk-çocuğumuz arasında bizi serbest bıraktın. Çoluk çocuğumuz bize mallarımızdan daha sevimlidir.
Hz.Peygamber (s.a.s), Müslümanların toplanmasını emretti ve onlara hitab etti:
- Kardeşleriniz, pişmanlık duyup tövbe edip Müslüman olarak bize geldiler. Ben de esirlerini kendilerine vermeyi uygun gördüm. Sizden her kim, esirlerini gönül hoşluğu ile, karşılıksız olarak geri vermeyi arzu ederse bunu yapsın. Kimde karşılıksız vermek istemezse, Allah’ın bize vereceği ilk ganimet malından ona altı deve verilmesi karşılığında esirlerini salı versin. Şu insanlara kadın ve çocuklarını geri verin!
Müslümanların tamamı, ellerinde esirleri karşılıksız olarak bağışladılar.
***
Hz.Peygamber (s.a.s), esirlerin sahiplerine geri verilmesi işini tamamlayınca, konak yerine gitmek üzere hayvanına bindi. Bedevilerden (çöl Arapları) Huneyn savaşına katılmış bazı kişiler Hz.Peygamber’in (s.a.s) arkasından geldiler.
- Ya Resulullah (s.a.s)! Deve ve koyunlardan hakkımıza düşeni paylaştır!
diyerek Hz.Peygamber’i (s.a.s) sıkıştırmaya, üstünü başını çekiştirmeye başladılar. Hatta o kadar ileri gittiler ki, Hz.Peygamber’in (s.a.s) üst giysisi ellerinde kaldı. Hz.Peygamber (s.a.s):
- Ey insanlar! Elbisemi bana verin! Allah’ın size nasib ettiği ganimeti aranızda paylaştırmayacağım diye mi korkuyorsunuz? Vallahi, ganimet malları, Tihame’nin ağaçları sayısınca bile olsa, onları aranızda bölüştürürdüm de siz beni ne cimri, ne korkak, ne de yalancı bulurdunuz!
buyurdu.
***
Ganimetler mücahidler arasında dağıtıldı. Ganimetin beşte biri, Kur’an-ı Kerim’de bildirildiği gibi İslam’a hizmet için kullanılmak üzere ayrılıyordu. Mekke’nin ileri gelenlerinden bazıları gerçekten Müslüman olmuşlardı. Bazıları ise sadece korktukları için Müslüman olmuş gibi görünüyor ya da İslam’a girmemiş bulunuyorlardı. Savaşa katılanlara dağıtılan haklarından sonra geriye kalan beşte birlik hisse, bu kimselerin kalplerini İslam’a ısındırmak için dağıtıldı. Bunlar 40 kişi kadardılar.
Medineli Gençlerin Rahatsızlığı
Bu durum özellikle Medineli bazı Müslümanlar tarafından yanlış anlaşıldı ve hoşnutsuzluğa sebep oldu. Özellikle Medineli genç sahabiler arasında konuşmalar oldu:
- Savaşanlara vermiyor da, savaşmayanlara veriyor!
- O Kureyşlilere veriyor da bizlere vermiyor!
- Savaş zamanı geldiği zaman Onun ashabı biz oluyoruz, fakat ganimet bölüşümüne gelince kendi kavmi ve kabilesini önde tutuyor!
- ...
Bu konuşmalar Hz.Peygamber’in (s.a.s) kulağına kadar geldi. Medineli Müslümanların toplanmasını istedi. Medineli Müslümanların hepsi bir araya toplandılar. Hz.Peygamber (s.a.s) onlara hitap etmeye başladı:
- Ey Ensar topluluğu! Sizin tarafınızdan söylendiği haberi bana gelen yersiz ve ağır sözlerin sebebi nedir? Bana karşı niçin kalplerinizde kırgınlık duyuyorsunuz? Siz şöyle şöyle mi söylediniz?
- Evet!
İleri gelenlerden bazıları ise,
- Ya Resulullah (s.a.s)! Bizim görüş sahibi olanlarımız ve ileri gelenlerimiz bir şey söylemediler. Ama gençlerimizden bazıları bunları söylemişler.
- Ey Ensar topluluğu! Sizler, yollarını şaşırmış kimselerken ben sizin yanınıza gelmedim mi? Allah’ın hidayeti Benim vasıtamla size erişmedi mi? Sizler yoksulken, Allah Benim yüzümden sizi zengin kılmadı mı? Sizler birbirinize düşmanken, Allah, kalplerinizi benim yüzümden birleştirip ısındırmadı mı? Sizler parçalanmışken, Allah sizleri benim yüzümden derleyip toparlamadı mı?
- Ya Resulullah (s.a.s)! Sen bizi karanlıklar içinde buldun. Allah, (c.c) bizi senin sayende aydınlığa çıkardı. Sen bizi ateş çukurunun başında buldun. Allah, (c.c) bizi senin sayende ondan kurtardı. Sen bizi şaşkınlık ve sapıklık içinde buldun. Allah, (c.c) bizi senin sayende doğru yola kavuşturdu. Biz, Allah’ı (c.c) Rab, İslam’ı din, Seni de peygamber olarak kabul etmiş bulunuyoruz. Sen ne istersen yap!
- Ey Ensar topluluğu! Sorularıma neden istediğim gibi cevap vermiyorsunuz?
- Sana başka nasıl cevap verelim, ya Resulullah (s.a.s)!
- Vallahi, isteseydiniz, “Sen bize yalanlanmış olarak gelmiştin, biz seni doğruladık. Sen bize terkedilmiş olarak gelmiştin, biz Sana yardımcı olduk. Sen yurdundan sürülmüş olarak bize gelmiştin, biz Seni barındırdık. Sen bize yoksul gelmiştin, biz Sana kendimiz gibi verdik ve baktık” deseydiniz, muhakkak ki, doğru söylemiş ve benim tarafımdan da doğrulanmış olurdunuz. Ey Ensar topluluğu! Sizleri, sımsıkı bağlı olduğunuz İslam’a ve sizin için ahirette hazırlanmış bulunan üstün mükafatlara havale edip de, yeni Müslüman olmuş ya da olmak üzere bulunan bazı kimselere, kalplerini İslam’a ısındırmak ve alıştırmak maksadıyla kendilerine dünyalık verdiğimden dolayı, ne diye kalplerinizde kızgınlık ve üzüntü duyuyorsunuz? Ey Ensar topluluğu! Bir kısım insanlar, aldıkları deve ve koyunlarla çıkıp giderlerken, sizler Allah’ın peygamberi ile birlikte yurdunuza dönmeğe razı değil misiniz?
- Evet, ya Resulullah (s.a.s)! Biz buna razıyız!
- Sizler seçkin kimselersiniz, diğerleri ise halktır. Muhakkak ki, sizler benden sonra da başkalarının üstün tutulduğunuzu göreceksiniz! Allah’a (c.c) ve peygamberine kavuşuncaya kadar, buna sabredip katlanın!
- Sabredip katlanacağız!
- Kıyamet günü sizinle buluşma yerimiz Havuz başı olsun! Benden sonra Bahreyn hasılatının size tahsis edilmesi için Bahreyn’e haber göndereceğim. O sizin için fetihten daha üstündür.
- Ya Resulullah (s.a.s)! Senden sonra, bize dünya gerekmez!
- Varlığım kudret elinde olan Allah’a (c.c) yemin ederim ki, hicret fazileti olmasaydı, Ensar’dan bir fert olmak isterdim. Ey Allah’ım! (c.c) Ensar’ın oğullarına, onların oğullarının oğullarına rahmet et!
Medineli Müslümanlar hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar. Göz yaşları sakallarını ıslattı. Hz.Peygamber (s.a.s) de onlarla birlikte ağladı. Bundan sonra Hz.Peygamber (s.a.s) konakladığı yere döndü, toplananlar da dağıldılar.
Kabe’ye Müezzin
Ebu Mahzure anlatıyor:
On genç arkadaş, Huneyn’e gitmiştik. O zaman, Hz.Peygamber (s.a.s), bizim için, insanların en nefret edileni ve istenilmeyeniydi. Huneyn’den dönüş yolunda, Cirane denen yerde, Resulallah’ın (s.a.s) müezzini kalkıp namaz için ezan okumaya başladı. Onun sesini işitince, bizler de alay etmek için, saklanmış olarak, ezanı yüksek sesle tekrarladık. Resulullah (s.a.s), bizim kendisine getirilmemizi emretmiş. Getirildik, önünde durduk.
- Haydi ezan okuyun!
buyurdu. Her birimiz ezan okuduk.
- Sesini en çok yükselteniniz kimdi?
diye sordu. Arkadaşlarımın hepsi beni işaret ettiler. Bunun üzerine onları serbest bıraktı, beni yanında alıkoydu.
- Bunun duymuş olduğum sesi ne güzeldir! Kalk! Namaz için ezan oku!
buyurdu. O sırada benim için Resulallah’tan (s.a.s) ve Onun emrettiğinden daha sevimsiz bir şey yoktu. Resulallah’ın (s.a.s) önünde ayağa kalktım. Bana ezan okumayı öğretti ve ezberletti. Sonra ezan okuttuğu zaman beni çağırttı ve bir kese gümüş para verdi. Elini alnıma koydu, yüzümü-gözümü eliyle sıvazladı,
- Allah, seni hayırlı ve mübarek kılsın.
- Ya Resulullah (s.a.s)! Mekke’de müezzinlik yapmamı emretsen?
- Senin, Mekke’de müezzinlik yapman için emir veriyorum. Git Mekkelilerin ezanını oku!
Bunun üzerine, Resulallah’a (s.a.s) karşı içimdeki bütün sevgisizlikler gidip yerine sevgi doldu. Mekke valisinin yanına vardım. Resulallah’ın (s.a.s) emriyle ezan okumaya başladım.
Ebu Mahzure (r.a), Hz.Peygamber’in (s.a.s) eli deydi diye saygısından, alnının önündeki saçını hiç kestirmedi. Mekke’nin müezzinliğini ölümünden sonra oğlu, ondan sonra da oğlunun oğlu devam ettirdi.
Medine’ye Dönüş
Hz.Peygamber (s.a.s), Zilkade ayının bitimine üç gün kala, bir Cuma günü Medine’ye geri döndü. Artık ayrılık vakti yaklaşıyordu.
<<<Öceki Sayfa Sonraki Sayfa>>>
Kaynaklar : | Peygamberler Tarihi – M.Asım Köksal Hz.Muhammed’in Hayatı – Martin Lings Feyzü’l Furkan – Hasan Tahsin Feyizli |