SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED (S.A.S)

SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED (S.A.S)

HUDEYBİYE’DEN SONRA



HUDEYBİYE’DEN SONRA

Hz.Peygambere (s.a.s) Sihir Yapılması
Hz.Peygamber’in (s.a.s) Hudeybiye’den döndüğü günlerdi. Medine’deki Yahudilerin önde gelenleri, kendisi de Yahudi olan, Lebid bin Asım’a başvurdular. Yahudiler arasında, sihirde ve sihirle adam öldürmede Lebid’in üstüne kimse olmadığı konuşulurdu. Ona, Hz.Peygamber’in (s.a.s) bir çok Yahudiyi büyüleyerek yanına çektiğini, kendilerinin ise buna karşı hiçbir şey yapamadıklarını söylediler ve yardımını istediler. Kendisine para da verdiler.

Yahudilerden bir genç zaman zaman Hz.Peygamber’in (s.a.s) yanına gelir ve hizmetinde bulunurdu. Yahudiler, Hz.Peygamber’in (s.a.s) taradığı saçlardan bir miktar ile tarağın dişlerinden bazılarını almak için bu gence baskı yapmaya başladılar. Sonunda da istediklerini elde ettiler.

Sihir yapıldıktan sonra Hz.Peygamber’in (s.a.s) sağlığı bozulmaya başladı. Saçları dökülmeye, gözleri iyi görmemeye, yapmadığı işleri yaptığını sanmaya başladı. Sonra durumu daha da kötüleşti. Yemek yiyemez hale geldi. Müslümanlar hastalığından dolayı ziyaretine gelmeye başladılar.

Hz.Aişe (r.a) anlatıyor:
Sonunda, Resulallah (s.a.s) bana,
Ey Aişe! Yapmış olduğu duamı Allah’ın kabul buyurduğunu biliyor musun? Bana meleklerden iki kişi geldi. Birisi baş ucumda, diğeri ayak ucumda oturdu ve konuşmaya başladılar:
- Bunun hastalığı nedir?
- Sihirlenmiştir.
- Kim sihir yapmış ona?
- Lebid bin Asam.
- Sihir ne ile yapılmış?
- Erkek hurmanın kurumuş çiçeği, tarak dişleri, taranmış saç ve sakal ile...
- Nerede o?
- Zervan kuyusunda, basamak taşının altında...
- Onun şifa bulması ne ile?
- Kuyunun suyunun tamamen çekilip, içindeki basamak taşının kaldırılması ve altındakinin çıkarılması iledir.
dediler ve melekler havalanıp gittiler.
buyurdu.

Hz.Peygamber (s.a.s), Hz.Ali (r.a) ve Ammar bin Yasir’i (r.a) yanına çağırdı. Onlardan Zervan kuyusuna gitmelerini, meleklerden duyduğu şeyleri yapmalarını istedi. Kuyunun yanına gittiklerinde kuyunun suyunu kınayla boyanmış gibi buldular. Çevredeki hurma ağaçlarının başları da şeytanı hatırlatıyordu. Kuyunun tüm suyunu çekip boşalttılar ve içindeki basamak taşını kaldırdılar. Taşın altında, hurma çiçeği, Hz.Peygamber’in (s.a.s) tarağı ve saçları, üzerine iğneler saplanmış mumdan bir heykel ile üzerine on bir düğüm atılarak iğneler saplanmış bir yay kirişi bulup çıkardılar. Düğümleri Felak ve Nas surelerini okuyarak çözmeye başladılar. Her düğüm çözülüşünde Hz.Peygamber (s.a.s), önce acı, ardından da rahatlık duyuyordu. Son düğüm çözüldüğünde O da tamamen rahatlamış durumdaydı.

Zervan kuyusu kapatıldı. Hz.Peygamber (s.a.s) Lebid bin Asam’a haber göndererek bunu niçin yaptığını sordu. Lebid, “altınlara karşı duyduğum sevgi yüzünden” cevabını verdi. Lebid’in öldürülmesi tekliflerini ise reddederek,
- Onun sonunda göreceği ceza daha şiddetlidir.
buyurdu. Ne onu ne de bu işe kalkışan Yahudileri cezalandırmadı.

Hayber’in Fethi
Hayber, Medine ile Şam arasında, hurma ağaçlarıyla ünlü, Yahudilerin yaşadığı bir yerdi. Hudeybiye seferinden önce, Hayber Yahudileri Mekkeli müşrikler ile aralarında anlaşma yapmış bulunuyorlardı. Anlaşmaya göre, Müslümanlar Mekke üzerine yürüyecek olurlarsa Hayber Yahudileri, Müslümanlar Hayber üzerine yürüyecek olurlarsa da Mekkeli müşrikler Medine’ye saldıracaklardı.

Fakat, Hudeybiye’de, Mekkeli müşriklerle 10 yıllık bir barış anlaşması yapılınca, Mekkeli müşriklerle Hayber Yahudileri arasında yapılan anlaşma anlamını yitirdi. Bunun üzerine Hayber’e sefer hazırlıklarına başlandı. Medine’den ayrılan ordu 1400 piyade ve 200 atlıdan oluşuyordu. Yolda orduya katılanlar da oldu. Yahudilerin savaşçı sayısı ise 10.000’e yaklaşıyordu. Ayrıca Yahudiler, Hayber’in bir yıllık hurma mahsulünün yarısı karşılığında Gatafan kabilesinin de yardımını sağlamayı başardılar. Gatafan kabilesinden 4000 kadar savaşçı, gelerek kalelerden birisine yerleştiler. Bu yüzden Yahudiler, son ana kadar, Müslümanların kendileriyle çarpışmaya cesaret edebileceklerine ihtimal vermiyorlardı. Ama ordu gelip de Hayber’e konuşlanınca, durumu anladılar ve kalelerine çekildiler. Müslümanlar da kaleleri kuşatma altına aldılar.

Çarpışmalar başladı. Müslümanlar zaman zaman hücuma geçiyorlar fakat başarı sağlayamıyorlardı. Kuşatma uzadıkça uzadı. Hatta bir ara Yahudiler karşı hücuma geçerek Müslümanları bozguna uğrattılar. Hz.Peygamber (s.a.s), son derece hiddetlendi ve üzgün olarak akşamladı.

Yahudilerle anlaşarak Müslümanlarla savaşmak için gelen Gatafan kabilesine, yardım etmekten vazgeçip ülkelerine dönmeleri karşılığında Hayber’in bir yıllık hurma mahsulü teklif edildi ama Gatafanlılar buna yanaşmadılar. Bunun üzerine Hz.Peygamber (s.a.s), Müslümanların hücumlarını Gatafanlıların bulunduğu kaleye yöneltmelerini emretti. Gatafanlılar o gün ve gecesini korku içinde geçirdiler. Gecenin sonunda, nereden geldiği belli olmayan bir sesin,
- Ey Gatafan topluluğu! Ev ve ev halkınız, ev ve ev halkınız...İmdat, imdat! Ne ev kaldı, ne mal!
diye bağırdıklarını işittiler. Sabah’a karşı Gatafanlılar yerlerini terk ederek ülkelerine döndüler. Artık Müslümanlarla Hayber Yahudileri baş başa kalmışlardı. Hz.Peygamber (s.a.s), 
- Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, Allah (c.c) ve peygamberi onu sever! O da Allah’ı (c.c) ve peygamberini sever! O Hayber’i feth etmedikçe dönmeyecektir. Allah (c.c) fethi onun eli ile gerçekleştirecektir.
buyurdu.

Sehl bin Sa’d (r.a) der ki:
- Sahabiler geceyi, sancağın kime verileceğini konuşarak geçirdiler. Hemen hepsi de sancağın kendisine verileceğini umdu.

Büreyde (r.a) de o geceyi ve ertesi günü şöye anlatıyor:
- Yarın, Hayber’in fethi gerçekleşecek diye içimiz rahat bir şekilde geceyi geçirdik. Resulullah (s.a.s), sabah namazını kıldırdıktan sonra ayağa kalkıp sancağın getirilmesini istedi. Müslüman savaşçılar karşısında saf olmuşlardı.

Hz.Ömer (r.a) o anki duygularını şöyle anlatıyor:
- Kumandanlığı o günkü kadar hiç arzulamadım.

Hz.Peygamber (s.a.s) bir süre bekledikten sonra sordu:
- Ali nerede?
- Ya Resulallah! (s.a.s) Onun gözü ağrıyor.
- Onu bana çağırın!
Hz. Ali’nin (r.a) elini tutarak Hz.Peygamber (s.a.s)in yanına getirdiler. Hz.Peygamber (s.a.s),
- İşte bununla fetih gerçekleşecek! Yanıma yaklaş!
- Ya Resulallah! (s.a.s) Görüyorsun ki, ayaklarımın bastığı yeri bile göremeyecek haldeyim.
Hz.Peygamber (s.a.s), Hz.Ali’nin (r.a) gözüne üfledi, eliyle de sıvazladı ve kendisi için dua etti.

Hz.Ali (r.a) der ki:
Resulallah, haber gönderip beni getirttiği zaman,
- Ya Resulallah! (s.a.s) Gözlerim ağrıyor!
dedim. Hz.Peygamber (s.a.s), ağrıyan gözüme üfledikten sonra,
- Ey Allah’ım sıcağın ve soğuğun sıkıntısını bundan gider! 
diye dua buyurdu. O günden beri ne sıcaktan, ne de soğuktan rahatsız oldum.

Gerçekten de, Hz.Ali (r.a), en sıcak günde kalın elbise giyer ve sıcaktan bunalmazdı. En soğuk günlerde de en ince elbiseleri giyer fakat üşümezdi. Bunun sebebi sorulduğunda, kendisi için Hayber’de yapılan duayı anlatırdı.

Hz.Peygamber (s.a.s), kendi eliyle Hz.Ali’ye (r.a) zırhlı bir gömlek giydirdi. Zülfikar adı verilen kılıcı beline bağladı. Sancağı da eline vererek, 
- Al bu sancağı ve ilerle! Allah sana fethi nasip edinceye kadar çarpış! Sakın arkanı dönme!
buyurdu. Hz.Ali’nin (r.a) büyük kahramanlıklar gösterdiği çarpışmaların sonucunda Hayber’in fethi gerçekleşti. Bir çok ganimet ele geçirildi. Şehit olanların sayısı yirmi kişi civarındaydı.

Bu arada Gatafanlılar memleketlerine gidip, ev ve ailelerine bir şey olmadığını görünce Hayber’e dönmeye karar vermişlerdi. Hayber yakınlarında gecelemek için konakladıklarında liderleri Huyeyne, gece bir rüya gördü. Rüyasını etrafındakilere anlatarak, 
- Müjdeler olsun! Bu gece rüyamda Zürrukaybe’nin bana verildiğini gördüm. Vallahi, Muhammed’in yakasından tutacağım.
dedi. Ertesi gün Hayber’e ulaştıkları zaman, fetih tamamlanmış, ganimetler toplanmış durumdaydı:
- Ya Muhammed! Topladığın ganimetlerinden bana da pay ver! Çünkü ben Seninle çarpışmaktan vaz geçip, müttefiklerimi bıraktım. Askerlerimi sana karşı kullanmadım. 4000 askerimi alarak geri döndüm.
- Yalan söylüyorsun! Seni ancak duymuş olduğun o ses korkutup ev halkının yanına döndürdü.
- Ya Muhammed! Öyle ise bana ihsanda bulun!
- Haydi Zürrukaybe senin olsun!
- Zürrukaybe de nedir?
- O rüyanda gördüğün sana verilen dağdır.
Uyeyne, adamlarını alarak, eli boş bir şekilde Hz.Peygamber (s.a.s)in yanından ayrıldı.

Yahudilerin Hz.Peygamberi (s.a.s) Zehirlemeye Kalkışmaları
Fetih tamamlanmıştı. Hz.Peygamber (s.a.s), akşam namazını kıldırdıktan sonra konak yerine dönüp oturdu. O sırada Zeynep adında bir Yahudi kızı gelerek Hz.Peygamberi (s.a.s) sordu. Hazırladığı kızartılmış keçi etini vererek, 
- Bunu sana hediye etmek istiyorum.
dedi. Hz.Peygamber (s.a.s), hediyeyi kabul etti. Zeynep, getirdiği keçi kebabını Hz.Peygamberin (s.a.s) ve orada bulunan sahabelerin önüne koydu. Hz.Peygamber (s.a.s), kebaptan bir parça alarak ağzına koydu ama yutmayarak dışarı çıkardı ve 
- Ellerinizi kebaptan çekin! Etin zehirlenmiş olduğu bana haber verildi.
diye buyurdu. Fakat orada bulunanlardan Bişr, etten yemiş durumdaydı. Daha yerinden kalkmadan morardı ve oracıkta can verdi.

Zeynep, yakalanarak, Hz.Peygamberin (s.a.s) huzuruna getirildi:
- Bu kebabı sen mi zehirledin?
- Kebabın zehirli olduğunu sana kim haber verdi?
- Şu önümde bulunan kürek kemiği haber verdi.
- Evet, ben zehirledim.
- Peki, bunu neden yaptın?
- Seni öldürmek istedim.
- Allah (c.c) bunu yapabilecek gücü ve hakimiyeti sana vermemiştir!
- Sen benim babamı, amcamı ve kocamı öldürdün. Kendi kendime, “eğer o gerçekten peygamber ise, yaptığım kendisine haber verilir. Eğer o bir yalancı ise, ölür de kendisinden kurtulmuş oluruz” dedim. 
Sahabeler, 
- Onu öldürelim mi?
- Hayır! Ona ne dokunulacak, ne de işkence yapılacak!
Zeynep affedildi ve serbest bırakıldı. Bunun üzerine Zeynep Müslüman oldu.

Mekke’ye Yardım
Mekke’de müthiş bir kuraklık ve kıtlık baş göstermişti. Hz.Peygamber (s.a.s), Medine’den arpa ve altın gönderilmesini emretti. Gönderilenleri de Mekke’nin ileri gelinlerinden Ebu Süfyan, Safvan bin Ümeyye ve Süheyl bin Amr’a teslim edilmesini öğütledi. Safvan ve Süheyl gelen malları almayı reddettiler. Fakat Ebu Süfyan, gelen malların hepsini teslim aldı ve ihtiyaç sahiplerine dağıttı. 
- Allah, kardeşimin oğlunu hayırla mükafatlandırsın! Çünkü o, akrabalık haklarını gözetti
diyerek de memnuniyetini dile getirdi.

Kabe’yi Ziyaret
Hudeybiye’de Kureyş ile yapılan anlaşmaya göre, Müslümanlar o yıl Kabe’yi ziyaret etmeden dönecekler, aradan bir yıl geçtikten sonra da engellenmeden ziyaretlerini yapabileceklerdi. Anlaşmanın üzerinden bir yıl geçmiş ve ziyaret zamanı gelmişti. Hicretin altıncı yılında, halka Umreye gidileceği haberi verildi. Hazırlananların sayısı iki bin kişiyi bulmuştu.

Müslümanların Mekke’ye girmelerinden önce, Kureyş’in ileri gelenleri Mekke’yi terk ederek dağlara doğru çekildiler. Hz.Peygamberin (s.a.s) ve Müslümanların Mekke’ye girmelerini gururlarına yedirememişlerdi. Müslümanlar Mekke’de üç gün kaldılar. Ziyaretlerini ve ibadetlerini yerine getirdiler. Hz.Peygamber (s.a.s), kalma sürelerinin uzatılması için ricada bulunduysa da isteği reddedildi. Müslümanlar ibadetlerini tamamlayarak Medine’ye geri döndüler.

Amr bin As’ın Müslüman Oluşu
Amr, Arapların dahilerinden sayılır. Mekke’nin önde gelenlerindendi. Hz.Ömer’in (r.a), bir kimsenin aklını ve görüşünü zayıf bulduğu zaman,
- Senin de, Amr bin As’ın da yaratıcısının bir olduğuna şehadet ederim!
diyerek hayretini dile getirdiği rivayet edilir.

Amr bin As anlatıyor:
Müslümanlıktan inatla yüz çeviriyordum. Bedir savaşında bulundum ve kurtuldum, Uhud savaşında bulundum ve yine kurtuldum. Kendi kendime,
- Vallahi Muhammed Kureyşlileri yenecek.
Diye düşünerek halkla beraber olmayı azalttım. Mallarımın başına döndüm ve onlarla ilgilenmeye koyuldum. Bu yüzden Hudeybiye anlaşmasında da bulunmamıştım. Anlaşma yapılıp, Resulullah (s.a.s) Medine’ye, Kureyşliler de Mekke’ye döndüler. Kendi kendime, 
- Gelecek yıl Muhammed, arkadaşlarıyla gelip Mekke’ye girecek. Artık ne Taif ne de Mekke benim için oturulacak yerler değil. Buralardan çıkıp gitmekten daha iyisi yok.
dedim ve İslam’a büsbütün düşman kesildim. Bütün Kureyş Müslüman olsa, ben Müslüman olmam sanıyordum. İnsanlardan, Hz.Peygamber (s.a.s) kadar kendisine kin beslediğim kimse olmadığı gibi, fırsatını bulsam Onu öldürmekten daha sevimli bir şey de yoktu. Kureyşlilerden bazılarını topladım:
- Aranızda mevkim nasıldır?
- Sen görüş sahibi, koruyucu, kendisi uğurlu ve sözü bereketli bir kişisin.
- Bilesiniz ki, ben Muhammed’in işinin her işten üstün bir işe dönüşeceğini görüyorum. Ve bu yolda bir şeyler düşünmüş bulunuyorum.
- Düşündüklerin nedir?
- Düşündüm ki, Necaşi’nin yanına gidip onun yanında bulunalım. Eğer Muhammed Kureyşlilere galip gelirse, Muhammed’in eli altında bulunmaktansa, Necaşi’nin eli altında bulunmak daha iyidir. Eğer, Kureyş, Muhammed’e galip gelecek olursa hemen yanlarına döneriz.
- Yerinde bir görüş.
- Necaşiye hediye olarak götüreceklerimizi toplayalım.

Arkadaşlarımla beraber Habeşistan’a gittik. Necaşi’nin yanına vardığımız sırada, Amr bin Ümeyye (r.a) çıka geldi. Hz.Peygamber (s.a.s), onu Necaşi’ye elçi olarak göndermiş. Amr, Necaşi’nin yanına girdi ve sonra dışarı çıktı. Arkadaşlarıma, 
- Bu Amr bin Ümeyye! Necaşi’ni yanına girebilirsem onu isterim. Bana teslim ederse de onu öldürürüm. Muhammed’in elçisini öldürmeyi başarmam Kureyş’in çok hoşuna gider.
dedim ve Necaşi’nin yanına girdim. Her zaman yaptığım gibi önünde yere kapandım. Necaşi,
- Merhaba, hoş geldin dostum! Bana memleketinden birşeyler hediye edecek misin?
dedi. Getirdiğim hediyeleri kendisine verince çok hoşuna gitti. Necaşi’nin neşelendiğini görünce,
- Ey hükümdar! Ben senin yanından bir adamın çıktığını gördüm ki, o bize düşman bir adamın elçisidir. Onu bana teslim et de öldüreyim. Çünkü o, bizim ileri gelenlerimizden bazılarını öldürdü.
Necaşi, benden bu sözleri işitince kızdı. Elini uzatıp burnuma öyle bir vurdu ki, burnum kırıldı sandım. Burnumun deliklerinden fışkıran kan elbiseme sıçradı. Üzerime aşağılanma ve utanma duygusu çöktü. Eğer, o sırada yer yarılsaydı, korkumdan yerin dibine girerdim. Sonra kendimi toparladım:
- Ey hükümdar! Vallahi hoşlanmayacağını bilseydim, onu senden istemezdim.
- Ey Amr! Demek sen Hz. Musa (a.s) ve Hz. İsa (a.s) peygambere gelmiş olan meleğin kendisine gelip durduğu kişinin elçisini öldürmek üzere sana vermemi istiyorsun !? Eğer onu öldürmüş olsaydın, birinizi bile sağ bırakmazdım!
Allah birden halimi değiştirdi, kalbimi İslam’a açtı. 
- Araplar da, Arap olmayanlar da bu gerçeği anladılar. Sen ise hala muhalefet edip durmaktasın.
diye kendi kendimi kınadım. Necaşi’ye, 
- Ey hükümdar! O gerçekten peygamber mi?
- Yazıklar olsun sana ey Amr! Ben onun gerçekten peygamber olduğuna şahitlik ediyorum. Sen de sözümü dinle de hemen Ona tabi ol! Çünkü O, muhakkak hak üzeredir ve kendisine karşı koyan herkese galip gelecektir. Hz. Musa (a.s) peygamberin, Firavun ve ordusuna galip geldiği gibi...
- Öyle ise sen İslam üzerine Ona bağlılığımı kabul eder misin?
Necaşi “olur” dedi ve elini uzattı. Ben de ona bağlılığımı sundum. Necaşi, büyük bir tas getirtti, burnumun kanını yıkattı, yeni bir elbise giydirtti. Burnuma dolan kanı silerek elbisemi kirletmiştim. Necaşi’nin yanından ayrılıp arkadaşlarımın yanına geldim. Arkadaşlarım Necaşi’nin giydirdiği yeni elbiseyi görünce sevindiler,
- Dostun Necaşi’den istediğini koparabildin mi?
- Kendisiyle ilk buluşmamda isteğimi söylemeyi uygun bulmadım. Bir dahaki ziyaretimde söyleyeceğim.
- Düşüncende haklısın!
Müslüman olduğumu arkadaşlarımdan sakladım. Bir işim için ayrılıyormuş gibi arkadaşlarımın yanından ayrıldım. Doğruca iskeleye vardım ve bir gemi buldum. Geminin yükünü boşalttığı yerde ben de indim ve bir deve satın alarak Medine’ye doğru yola koyuldum. Hedde denen yerde iki kişinin konaklayacak yer aradıklarını gördüm. İçlerinden birisi çadırın içinde bulunuyor, diğeri ise ayakta hayvanları tutuyordu. Dikkatice baktım, Halid bin Velid’miş.
- Ey Ebu Süleyman! Sen misin?
- Evet!
- Nereye gidiyorsunuz?
- Vallahi, tutulacak yol belli oldu. Bu zat, muhakkak peygamber! Aklı başında olanlardan İslam’a girmeyen kalmadı. Daha ne kadar bekleyeceğim? Hemen gidip Müslüman olacağım. 
O sırada Osman bin Talha (r.a) çadırdan çıktı.:
- Merhaba, hos geldin!
dedi. Yola beraberce devam ederek Medine’ye ulaştık. İnabe kuyusu yakınlarında bir adamla karşılaştık. Adam bizi görünce sevincinden bağırdı. Adamın, 
- Mekke, şu ikisinden sonra yakasını ele vermiştir.
dediğini işittim. Bu sözüyle, beni ve Halid’i kast etmişti. Hemen ardından koşarak mescide gitti. Zannederim, geldiğimizi Resulallah’a (s.a.s) haber vermeye gitmiş. Harre denilen yere ulaştığımızda develerimizden indik, üzerimize temiz elbiselerimizi giydik. Kalkıp Resulallah’ın (s.a.s) yanına gittik. Yüzü parıl parıl parlıyordu. Müslümanlar çevresini sarmış, Müslüman olmamıza sevinmekteydiler. Resulullah (s.a.s) bizi görünce:
- Mekke ciğerparelerini bize attı!
buyurdu. Önce Halid yanına gelip bağlılığını sundu ve Müslüman oldu. Sonra da ben yanına gittim. Kendimi birden Onun yanında oturmuş buldum. Utancımdan, başımı kaldırıp yüzüne bakamıyordum. 
- Ya Resulallah! (s.a.s) Sağ elini uzat da sana bağlılığımı sunayım.
Resulullah (s.a.s) elini açınca ellerimi geri çektim.
- Sana ne oldu ey Amr?
- Şart koşmak istiyorum.
- Şartın nedir?
- Geçmişteki günahlarımın bağışlanmasıdır.
- Ey Amr! Şüphe yok ki, İslam, daha önce olanları siler, yok eder. Hicret de daha önce olanları siler, yok eder. Hac da daha öncekileri siler, yok eder.
Halbuki, gelmeden önce, “gelecekte işleyeceğim günahlarımı da” şartıma eklemeyi düşünmüştüm. Fakat söylemeyi unuttum. İnsanlardan hiç kimse, bana Resulallah’tan (s.a.s) daha sevgili değildi.

Halid bin Velid’in Müslüman Oluşu
Halid bin Velid da, Amr bin As gibi Mekke’nin ileri gelenlerindendi. Mekke’nin süvari birliklerinin de komutanıydı. Müslüman oluşunu şöyle anlatıyor:
Allah benim için hayır dilediği zaman, beni doğruyu ve yanlışı anlayacak hale getirdi. Kalbimi İslam’a açtı. Muhammed’e karşı her savaş yerinde bulunmuştum. Savaşların hiç birisi yoktu ki, dönerken yanlış bir iş üzerinde olduğumuzu ve Onun galip geleceğini hissetmiş olmayayım.

Resulullah (s.a.s), Hudeybiye’ye geldiği zaman ben de Mekke’nin süvarilerinin başında yola çıktım. Bizden emin bir halde sahabelerine öğle namazı kıldırıyordu. Üzerine baskın yapmayı düşündükse de olmadı. Resulullah (s.a.s) kalbimizden geçenleri sezmiş olacak ki ikindi namazını korku namazı olarak kıldırdı. Bu beni çok etkiledi. Kendi kendime, “bu zat herhalde Allah (c .c) tarafından korunuyor” diye düşündüm. Hudeybiye’de Kureyşlilerle anlaşıp geri dönünce, 
- Geriye ne kaldı? Nereye gideceğim, Necaşi’ye mi? Yoksa Heraklius’un yanına gidip de dinimi değiştirip Hristiyanlığa mı gireyim? Yoksa İranlılara mı sığınayım?
diye düşünmeye başladım. Bu arada kardeşim Velid, bana bir mektup yazdı. Mektubunda şunları söylüyordu:
Bismillahirrahmanirrahim!
Doğrusu ben, senin İslam’dan böyle korkman ve kaçınman kadar şaşılacak bir düşünce görmedim. Halbuki, yolun eğrisine gitmekten seni alıkoyacak bir aklın da var. Aklını kullansana!

Resulullah (s.a.s), seni bana sordu:
- Onun gibi bir adam İslam’ı bilmez ve tanımaz olabilir mi? Keşke, bütün çabasını bizim yanımızda müşriklere karşı gösterseydi! Kendisi için ne kadar hayırlı olurdu. 
dedi. Ey kardeşim! Kaçırmış olduğun fırsatlara yetiş! 
Kardeşimin mektubu, İslam’a olan isteğimi artırdı. Resulullah (s.a.s)’ın sözleri beni çok sevindirmişti. Rüyamda da çok dar, kurak ve sıkıntılı yerlerden; yemyeşil ve geniş bir yere çıktığımı gördüm. Resulallah’a (s.a.s) gitmek üzere derlenip toparlandım. Osman bin Talha da (r.a) bana katıldı. Ertesi gün seher vakti yola çıktık. Öğleye doğru Hedde’ye ulaştık. Orada Amr bin As ile karşılaştık:
- Ey kavmim! Hoş geldiniz.
- Sen de hoş geldin.
- Nereye gidiyorsunuz?
- Muhammed’in yanına İslam’a girmeye gidiyoruz.
- Beni getiren de bu. Ben de Müslüman olmak için geldim.
- Vallahi tutulacak yol belli oldu. Bu zat muhakkak peygamber. Daha ne kadar durup bekleyeceğiz? Aklı başında olanlardan İslam’a girmeyen kalmadı. 
dedim. Hep birlikte Medine’ye ulaştık. Geldiğimiz haber verilince Resulullah (s.a.s) çok sevinmiş.Huzuruna çıktığımız zaman bana gülümsüyordu. Selam verdim, selamıma güler yüzle karşılık verdi. 
- Allah’tan başka ilah olmadığına, senin de Allah’ın peygamberi olduğuna şehadet ediyorum.
- Yaklaş! Sana doğru yolu gösteren Allah’a hamd olsun! Senin akıllı olduğunu biliyor, bunun seni er geç hayra ulaştıracağını bekliyordum.
- Ya Resulallah! (s.a.s) Sana karşı olan savaşların hepsinde bulunduğumu biliyorsun. Günahlarımı bağışlaması için Allah’a dua et!
- İslam, kendinden önce işlenmiş günahları keser, atar.
- Ya Resulallah! (s.a.s) Benim için dua etsen...
- Ey Allah’ım! Halid’in, kullarını Senin yolundan çevirmek için gösterdiği çabalardan ileri gelen günahlarını bağışla!
diye dua etti. Benden sonra da Amr bin As ve Osman bin Talha Resulullah (s.a.s)a bağlılıklarını bildirdiler.

Mu’te Savaşı
Savaş Hazırlıkları
Haris bin Umeyr (r.a) , Hz.Peygamber’in (s.a.s) mektubunu Şam’da bulunan Rum Hükümdarına götürmekle görevlendirilmişti. Mute’ye varınca, Kayserin vekillerinden birisi olan Şurahbil’in huzuruna çıkarıldı. Şurahbil:
- Nereye gitmek istiyorsun?
- Şam’a.
- Sen Muhammed’in elçilerinden olmayasın?
- Evet, ben Onun elçisiyim.
Şurahbil’in emri üzerine, Haris bağlandı ve götürülerek boynu vuruldu. O güne kadar Hz.Peygamber’in (s.a.s) elçilerinden hiç kimse öldürülmemişti. Haris’in (r.a) ölümü Hz.Peygamber’e (s.a.s) çok güç ve ağır geldi. Müslümanları topladı. Onlara Haris’in (r.a) ölümünü bildirdi ve ordugahta toplanmaları için emir verdi. Silahlanıp yola çıkmak için hazırlanan mücahidlerin sayısı 3.000 kadardı. Hz.Peygamber (s.a.s), öğle namazını kıldırdı ardından da mücahidler hitapta bulundu:
- Cihada çıkacak şu insanlara Zeyd bin Harise’yi kumandan tayin ettim. Zeyd öldürülürse yerine Cafer geçsin. Cafer öldürülürse yerine Abdullah bin Revaha geçsin. O da öldürülürse Müslümanlar aralarında uygun birisini seçerek kendilerine kumandan yapsınlar.
Bunun üzerine Müslümanlar sayılan kişilerin şehid olacağını anlayarak ağlaşmaya başladılar:
- Ya Resulallah! (s.a.s) Keşke sağ kalsalar da kendilerinden yararlansak!
dedilerse de Hz.Peygamber (s.a.s) sustu ve bir cevap vermedi.

Ordunun Yola Çıkması
Mücahidlerin Medine’den yola çıkacakları sırada Hz.Peygamber (s.a.s), beyaz bir sancağı Zeyd bin Harise’ye verdi. Uzunca bir süre de onlarla birlikte yürüdü. Ayrılacakları sırada,
- Haydi Allah’ın (c.c) ismiyle savaşa çıkın! Allah’ın (c.c) ve sizin Şam’da bulunan düşmanlarıyla çarpışın! Orada kiliselerde, halktan ayrılarak kendilerini ibadete vermiş bazı kimseler bulacaksınız. Sakın onlara dokunmayın. Kadınları, çocukları, yaşlıları öldürmeyin; ağaçları kesmeyin; evleri yıkmayın.
buyurdu. Bu sırada Şurahbil de mücahidlerin kendisine doğru gelmekte olduklarını haber almış ve asker toplamaya başlamıştı. Topladığı askerlerin sayısı 100.000’i buluyordu.
Müslümanlar Vadilkura adı verilen yere gelip konakladılar. Zeyd, Rumların pek çok asker topladığını haber verip mücahidlerin bu konudaki görüşlerini sordu. Çoğu kişi, Rumlarla karşılaşmaya gerek olmadığını bildiriyordu. Bir kısmı ise, 
- Resulallah’a (s.a.s) mektup yazıp düşmanımızın sayısını bildirelim. Bize yardımcı kuvvet göndermesini ya da yapmamızı istediği şeyi bildirmesini ondan isteyelim.
diyorlardı. Zeyd (r.a), o ana kadar konuşmamış olan Abdullah bin Revaha’nın (r.a) da fikrini söylemesini istedi. Abdullah bin Revaha:
- Biz ganimet elde etmek için yola çıkmadık. Fakat Rumlarla karşılaşmak üzere yola çıktık. Vallahi, sizin şimdi istememiş olduğunuz şey, elde etmek için sefere çıktığınız şehitliktir. Biz insanlarla ne sayıca, ne silahça, ne de at ve süvarice çok olduğumuz için değil, Allah’ın bizi şereflendirdiği dinin kuvveti ile savaşıyoruz. Bunda mutlaka iki iyilikten biri, ya zafer ya da şehidlik vardır.
Abdullah bin Revaha’nın (r.a) konuşması mücahidleri cesaretlendirdi. Yola devam etme kararı aldılar.

Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor:
Mute savaşında ben de bulundum. Müşriklerle karşılaştığım zaman bizimle karşılaştırılmayacak ve karşılarında kimsenin duramayacağı güçte olduklarını gördük. Gözüm kamaştı. Yanımda bulunan Sabit bin Erkam (r.a):
- Ey Ebu Hureyre! Sana ne oldu? Bu kadar orduların toplandığına şaşırmış gibisin?
- Evet!
- Bizi Bedir savaşında görmedin mi? Orada, çok olduğumuz için Allah tarafından yardıma uğramış ve zafere eriştirilmiş değildik.

Savaş
İki ordu Mute denilen yerde karşı karşıya geldiler. Yeşil ekinler üzerinde birbirleriyle kıyasıya çarpışmaya başladılar. İslam ordusunun komutanı Zeyd bin Haris (r.a) sancağı eline almıştı. Vücudu mızraklarla delik deşik edildi, sonunda cansız olarak yere düştü.

Sancağı, Hz.Peygamber’in (s.a.s) emrettiği gibi Cafer bin Ebu Talib (r.a) aldı. Düşman ordusunun içlerine kadar ilerledi. Çarpışma sırasında önce bir eli kesildi. Sancağı diğer eline aldı. O da kesilince sancağı koltuğunun altına sıkıştırdı. Sonunda mızrak ve kılıç darbeleriyle o da şehid oldu.

Abdullah bin Ömer (r.a) der ki:
- Cafer’i ölüler arasında aradık. Vücudunuda doksandan fazla mızrak, ok ve kılıç yarası bulduk. 
Cafer (r.a) de şehid olunca, sancak, Hz.Peygamber’in (s.a.s) emir buyurduğu gibi Abdullah bin Revaha’ya (r.a) verildi. Abdullah bin Revaha (r.a) atının üzerinde sancağı aldı. Fakat mızrakla yaralandı. Müslümanlarla düşman safları arasında yere yıkıldı. 
- Ey Müslüman topluluğu! Kardeşinizin cesedini kesilip biçilerek oyuncak edilmekten koruyun!
dedi. Çok geçmeden kaldırıldığı yerde can verdi. Abdullah bin Revaha (r.a) da vurulup sancak yere düşünce, Müslümanlarla müşrikler birbirine karıştı. Müslümanlar görülmedik bir bozguna uğradılar ve darmadağın oldular. Müşrikler Müslümanların peşine düştüler. 
Kutbe bin Amir (r.a), 
- Ey kavmim! İnsanın yüz yüze öldürülmesi, arkasından vurulup öldürülmesinden iyidir! 
diyerek arkadaşlarına sesleniyor fakat onu dinleyen olmuyordu. Bu sırada Sabit bin Akrem (r.a) sancağı aldı ve mücahidlerin önüne geçti. Sancağı yere dikti. 
- Ey insanlar! Bana doğru gelin!
diye bağırıyordu. Dağılan İslam ordusu onun etrafında toplanmaya başladı. Sabit (r.a), 
- Ey Müslümanlar! İçinizden birini komutan olarak seçin ve onun etrafında toplanın!
- Biz seni komutan seçtik!
- Ben bu işi yapamam. Ey Halid! Al şu sancağı eline!
- Ben sancağı senden alamam! Sen buna benden daha layıksın. Daha yaşlı ve tecrübelisin. Bedir savaşında da bulundun. 
- Al şunu be adam! Vallahi, ben onu ancak sana vermek için aldım. Sen çarpışma yöntemlerini benden daha iyi biliyorsun.
Müslümanlara dönerek, 
- Halid’i, kumandan seçmekte söz birliği ediyor musunuz?
Herkes Halid bin Velid’in (r.a) komutanlığını kabul etti. Halid, (r.a) sancağı aldı ve hep beraber hücuma geçtiler. Müthiş çarpışmalar yaşandı. Pek çok düşman askeri öldürüldü. O günü anlatan

Halid (r.a) şöyle diyor:
- O gün elimde yedi kılıç parçalandı. Geniş yüzlü bir Yemen palasından başka silahım kalmamıştı.

Halid bin Velid, (r.a) kendisinden kat kat güçlü müşriklerle bir süre savaştıktan sonra, İslam ordusunu savaş alanından geri çekme kararı verdi. Böylece İslam’ın biricik askeri gücü olan orduyu topluca yok olmaktan kurtardı.

Hz.Peygamber’in (s.a.s) Savaşı Medine’den Anlatması
Hz.Peygamber (s.a.s), Mute savaşının olduğu gün minbere çıkıp oturdu. Ezan okunmasını emretti. Halk mescidde toplanınca Hz.Peygamber (s.a.s) konuşmaya başladı. Üç kere, “Allah’tan onlara hayır ve sevap kapılarının açılmasını dilerim!” dedikten sonra savaş meydanını seyrediyormuşçasına anlatmaya başladı:
- Savaşa çıkan ordumuzun başına gelenleri size haber vereyim mi? Onlar, düşmanla karşılaştılar. Zed bin Harise bayrağı aldı. Şeytan, hemen onun yanına geldi. Ona hayatı ve dünyayı sevdirmek, ölümü çirkin ve sevimsiz göstermek istedi. Zeyd ise, “Şu an iman edenlerin kalplerindeki imanı sağlamlaştıracakları zamandır. Sen ise bana dünyayı sevdirmek istiyorsun.” dedi ve çarpışmaya girişti. Sonunda şehid oldu.
buyurdu cenaze namazını kıldırdı. 
- Onun için Allah’tan bağışlama dileyin!
dedi. Müslümanlar da Zeyd’in (r.a) bağışlanması için dua ettiler. 
- O şimdi cennete girdi. Sancağı Cafer bin Ebu Talib aldı. Şeytan onun da yanına geldi. Ona da hayatı ve dünyayı güzel göstermek istedi. Cafer ise ilerledi ve düşman ordularına saldırdı. Çarpıştı ve şehid oldu. Ben onun şehid olduğuna şahitlik ederim.
buyurdu ve kalktı cenaze namazını kıldırdı. 
- Kardeşiniz için bağışlanma dileyin. Şimdi o cennette, yakuttan iki kanadı ile uçup duruyor. 
buyurdu. Mesciddeki Müslümanlar onu için de dua ettiler. 
- Cafer’den sonra sancağı Abdullah bin Revaha aldı.
buyurdu. Bir süre sustu. Müslümanlar, Abdullah bin Revaha’nın (r.a) hoş olmayan bir iş yaptığını sandılar, renkleri değişti. Sonra yeniden konuşmaya başladı:
- Abdullah bin Revaha duruşunu sağlamlaştırdı. Elinde sancağı olduğu halde düşmanlarla çarpıştı ve sehid oldu. İtirazlı olarak cennete girdi. Onun için Allah’tan bağışlanma dileyin.
buyurdu. Abdullah bin Revaha’nın itirazlı olarak cennete girmesi Müslümanların ağırına gitti. 
- Ya Resulullah! (s.a.s) Ona neden itiraz edildi?
- Yaralandığı zaman, düşmanla çarpışmaktan çekindi. Sonra kendisini ayıpladı ve şehid oldu.
buyurdu. Sonra üçünün bağışlanması için de dua etti. Bu sırada gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Sonra anlatmaya devam etti:
- Abdullah bin Revaha’dan sonra sancağı Halid aldı. İşte şimdi tandır tutuştu, savaş kızıştı. 
buyurdu ve iki parmağını kaldırdı:
- Ey Allah’ım! O senin kılıçlarından bir kılıçtır. Ona yardım et!
diyerek Halid bin Velid için dua etti. Halid orduyu Medine yoluna döndürdüğünde Hz.Peygamber’e (s.a.s) gelen ilk haberci Yala bin Ümeyye oldu. Yala daha söze başlamadan Hz.Peygamber (s.a.s) söze başladı:
- İstersen Mute savaşını sen bana haber ver, istersen ben sana haber vereyim?
- Ya Resulallah! (s.a.s) Sen haber ver!
Bunun üzerine, Hz.Peygamber (s.a.s), olup bitenleri birer birer Yala’ya anlatmaya başladı. Yala:
- Seni hak din ve kitapla peygamber olarak gönderen Allah’a (c.c) yemin ederim ki, başımızdan geçenleri anlatmadık bir harf bile bırakmadın. Ben de anlatsam ancak bu kadar anlatabilirdim.
Allah,(c.c) benim için yeryüzünü aradan kaldırdı da onların savaş meydanlarını gözlerimle gördüm.

Savaşta Şehid Olanların Aileleri
Cafer bin Ebu Talib (r.a), Hz.Peygamber’in (s.a.s) amcasının oğluydu. Cafer’in (r.a) hanımı Esma anlatıyor:
Cafer ve arkadaşları şehid olduğu zaman, Resulullah (s.a.s) yanıma geldi. Ekmeklerimi yoğurduktan sonra çocuklarımın yüzünü yıkamış, saçlarını taramıştım. Resulullah (s.a.s),
- Ey Esma! Cafer’in oğulları nerede? Onları bana getir!
Onları yanına getirdim. Bağrına bastı, öptü ve kokladı. Gözlerinden yaşlar akmaya başladı.
- Ya Resulallah! (s.a.s) Anam, babam sana feda olsun! Neden ağlıyorsun? Yoksa Cafer ve arkadaşlarından sana bir haber mi geldi?
- Evet, onlar bugün şehid oldular!
- Vah efendim! Vah Caferim!
- Ey Esma! Sakın ağzından uygunsuz bir söz kaçırma ve göğsünü döğme!
buyurdu. Cafer’in oğlu Abdullah da o günü şöyle anlatıyor:
Resulullah (s.a.s), benim ve kardeşimin başını okşarken, ben Onun yüzüne bakıyordum. Gözlerinden süzülen yaşlar sakalına damlıyordu.

Sonra geride kalanlar için dua etti ve evine gitti. Evdekilere, 
- Cafer ailesi için yemek yapmayı ihmal etmeyin. Onlar bugün kaybettikleri büyüklerinin acısıyla uğraşıyorlar. 
buyurdu. Cafer’in (r.a) ailesine üç gün boyunca Hz.Peygamber’in (s.a.s) evinden yemek götürüldü.

***
Şehid olanların birisi de Hz.Peygamber’in (s.a.s) evlatlığı Zeyd bin Harise’ydi (r.a). Zeyd bin Harise’nin (r.a) kızı, Hz.Peygamber’in (s.a.s) yüzüne ağlamaklı ağlamaklı bakınca, Hz.Peygamber (s.a.s) de kendini tutamayarak ağlamaya başladı. Yanında bulunan Sa’d bin Ubade (r.a) sordu:
- Ya Resulallah! (s.a.s) Bu ne?
- Bu sevgilinin, sevgilisine özlemidir!
buyurdu.

<<<Öceki Sayfa            Sonraki Sayfa>>>

Kaynaklar : Peygamberler Tarihi – M.Asım Köksal
Hz.Muhammed’in Hayatı – Martin Lings
Feyzü’l Furkan – Hasan Tahsin Feyizli