SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED (S.A.S)

AYRILIK VAKTİ YAKLAŞIYOR
Hicretin 10.yılı da, çevredeki Arap kabilelerinin hem fert fert, hem de temsilci heyetleriyle Medine’ye gelerek İslam’a girmeye devam ettiği bir yıl oldu. Bu ziyaretler sırasında çok ilginç olaylar da meydana geliyordu.
Adiy bin Hatim’in Müslüman Olması
Adiy, Tayyi kabilesinin önde gelenlerinden birisiydi. Kabilesi içinde şerefli, hitabeti güçlü, hazır cevap, faziletli ve cömert birisi olarak bilinirdi. Hz. Peygamber (s.a.s) Hz.Ali’yi Tayyi kabilesinin putu Füls’ü yıkmak üzere görevlendirmişti. Adiy Şam’a kaçmış, kız kardeşi Saffane ise esir düşmüştü. Fakat Hz. Peygamber (s.a.s) Saffane’yi serbest bırakmış, yanına binilecek hayvan ve yol azığı verip, birkaç kişiyle birlikte Şam’a göndermişti.
Adiy bin Hatim der ki:
Saffane akıllı bir kadındı. Onunla konuştum:
- Şu zat hakkındaki görüşün nedir?
- Vallahi, acele Ona katılmanı uygun görürüm. Eğer kendisi peygamberse, Ona katılmakta başkalarını geçmen, bir fazilet ve üstünlüktür. Eğer O bir hükümdarsa, sayesinde Yemen’deki saltanatını kaybetmez, aşağı duruma düşmezsin. Karar senin...
- Vallahi, yerinde görüş budur. Onun yanına gideceğim.
Yola çıkıp Medine’ye ulaştım. Kendisini mescidde buldum. Halk beni görünce tanıdı. Rasulullah’ın (s.a.s) yanına varıp selam verdim.
- Sen kimsin?
- Adiy bin Hatim’im.
Elini kendisine uzattım, tuttu. Yanında akraba kadın ve çocukların bulunduğunu gördüğüm zaman anladım ki, Onda ne Kisra’nın ne de Kayser’in saltanatı var. Rasulullah (s.a.s) ayağa kalktı. Beni evine götürdü. Vallahi, benim de arzum oraya götürülmemdi. Yolda giderken zayıf ve yaşlı bir kadına rastladık. Yanında küçük bir çocuk bulunuyordu. Rasulullah’tan (s.a.s) durmasını istedi. O da durdu.
- Senden bir isteğimiz var!
Dediler. Onlarla işlerini uzun uzun konuştu. Kendileriyle birlikte gidip, işlerini gördükten sonra döndü. İçimden “Vallahi, bu adam hükümdar değil!” diye düşündüm. Sonra elimden tuttu. Beni evine götürüp içeri girdi. İçi hurma lifleriyle doldurulmuş bir minder alıp bana attı.
- Onun üzerine otur!
- Hayır, sen otur!
- Hayır, sen oturacaksın!
Buyurdu. Minderin üzerine oturdum. Kendisi ise kuru yere oturdu. Yine içimden kendi kendime “Vallahi, bu hükümdar işi değildir!” diye geçirdim.
- Ey Adiy! Gel Müslüman ol da kurtuluşa er!
- Benim dinim var!
- Ey Adiy! Gel Müslüman ol da kurtuluşa er!
- Benim dinim var!
- Ben senin dinini senden daha iyi biliyorum.
- Demek benim dinimi benden daha iyi biliyorsun?
- Evet! Sen kavminin lideri değil misin?
- Evet!
- Sen ele geçirilen ganimetin üçte birini almıyor musun?
- Evet, alıyorum.
- Bunu almak senin dinine göre sana helal olmaz ki!
Rasulullah (s.a.s) bunu söyleyince çok utandım. Anladım ki, O Allah (c.c) tarafından gönderilmiş bir peygamberdir ve bilinmeyenleri biliyordur. Rasulullah (s.a.s), beni utandıran sözünü bir daha tekrarlamadı.
- Ey Adiy! Sen ne diye kaçıyorsun? La ilahe illallah demekten mi kaçıyorsun? Allah’tan başka bir tanrı bulunduğunu mu biliyorsun?
- Hayır!
- Sen Allahu Ekber demekten mi kaçıyorsun? Yüce Allah’tan (c.c) daha büyük bir şey bulunduğunu mu biliyorsun?
- Hayır!
- Biliyorum, senin bu dine girmene engel olan “Ona ancak insanların zayıf ve güçsüzleri uyuyorlar. Araplar onları okla vurup bitirirler” diye düşünmendir. Her halde senin bu dine girmene çevremdeki muhtaç kimseleri görmen engel oluyor. Vallahi çok sürmez, onlarda mal ve servet öyle bollaşacak ki, malın zekâtını alacak kimse bulunamayacak. Belki de senin bu dine girmene, onların düşmanlarının çok kendilerinin ise sayıca az olmalarını görmen engel oluyor. Vallahi çok sürmez, bir kadın Kadsiye’den devesinin üzerinde yalnız başına yola çıkıp, şu Kabe’yi ziyaret edinceye kadar, Allah (c.c) korkusundan başka hiçbir korku duymadığını da işiteceksin. Sen Hire’yi biliyor musun?
- Gitmedim ama duymuştum.
- Varlığım kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, çok sürmez, Allah bu işi tamamlar. Hatta Kisra’nın hazineleri de fethedilip ele geçirilir.
- Kisra’nın mı?
- Kisra’nın!
- Kisra’nın mı?
- Kisra’nın! Hire’den deve üzerinde, koruyucusu olamadan, tek başına çıkan bir kadın da Kabe’yi tavaf edebilecektir. Belki de senin bu dine girmene devlet ve saltanatı Müslümanlardan başkasında görmen engel oluyor? Allah’a yemin ederim ki, çok sürmez, Babil ülkesinin beyaz köşklerinin de Müslümanlara açıldığını işiteceksin.
- Ben hanif bir Müslüman’ım!
Dedim. Rasulullah’ın (s.a.s) yüzünde sevinç belirdiğini gördüm.
Rasulullah’ın (s.a.s) haber verdiklerinden ikisinin gerçekleştiğini gördüm. Babil ülkesindeki beyaz köşklerin feth olunduğunu ve bir kadının Kadsiye’den devesinin üzerinde korkmadan yola çıkıp Kâbe’yi ziyaret ettiğini gördüm. Allah’a yemin ederim ki, Rasulullah’ın (s.a.s) söylemiş olduklarının üçüncüsü de muhakkak gerçekleşecek, mal ve servet öyle bollaşacak ki zekâtını alacak kimse bulunamayacak!
Beni Selaman Temsilcilerinin Medine’ye Gelişi ve Müslüman Oluşu
Selaman kabilesinden 7 kişilik bir heyet hicretin 10.yılında Medine’ye geldiler. Heyetin başkanı olan Habib bin Amr der ki:
Rasulullah’a (s.a.s), çağırıldığı bir cenazeye giderken rastladık.
- Esselamü aleyke ya Rasulullah!
- Ve aleyküm! Siz kimsiniz?
- Biz Selamanlardanız. İslam üzere sana bağlılığımızı bildirmeye geldik. Biz kavmimizin geri kalanlarını temsilcisiyiz.
Rasulullah (s.a.s), yardımında bulunan Sevban’a dönerek,
- Bu elçileri, elçilerin konakladığı yere götür.
Dedi. Heyette bulunanlar topluca İslam’a girdiler. Öğle ezanı okundu. Namazı Hz. Peygamber’le (s.a.s) birlikte kıldılar. Namazdan sonra, Hz. Peygamber (s.a.s) heyeti kabul etti. İslam’la ilgili sorular sordular. İkindi namazını da beraber kıldıktan sonra, ülkelerindeki kuraklıktan şikâyet ettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s), tek eli ile
- Ey Allah’ım! Onların yurtlarını yağmurunla sula!
Diyerek dua etti. Habib bin Amr:
- Ya Rasulullah! (s.a.s) Ellerinin ikisini de kaldır. Çünkü böyle yapmak, daha çokluğa sebep olur.
Hz. Peygamber (s.a.s) gülümsedi ve iki elini koltuğunun altları görününceye kadar kaldırdı. Beni Selaman temsilcileri, Medine’de üç gün kaldıktan sonra Hz. Peygamber (s.a.s) ile vedalaştılar. Hz. Peygamber (s.a.s), onlara bahşiş verilmesini emretti. Her birini beşer ukiye gümüş verildi. Bilal(r.a):
- Bu gün yanımızda mal yoktur!
Diyerek özür diledi. Temsilciler de,
- Malın bundan daha çoğu ve güzeli olmaz.
Dediler ve yurtlarına döndüler. Döndükleri zaman, yurtlarını, Hz. Peygamber’in (s.a.s) dua ettiği gün ve saatte yağmura kavuşmuş buldular.
Beni Kinde Temsilcilerinin Medine’ye Gelmeleri ve İslam’a Girmeleri
Kinde temsilcileri, hicretin 10.yılında, başlarında Kinde krallarından Eş’as bin Kays olduğu halde, 60 ya da 80 kişilik bir heyetle Medine’ye geldiler ve mescidde Hz.Peygamberin (s.a.s) yanına girdiler. Üzerlerinde Yemen kumaşından yapılmış; yakaları, etekleri ve kolları ve cep ağızları altın sırmalarla işlenmiş elbiseler vardı. Tereyağının içine çekirge gözü saklamışlardı.
- Ey Muhammed! Biz senin bilmen için bir şey gizlemiş bulunuyoruz. Nedir o?
- Subhanallah! Bu ancak kahinlerin yapacağı bir şeydir. Kahin ise ateştedir!
- Öyle ise, Senin peygamber olduğunu nasıl anlayacağız?
Hz.Peygamber (s.a.s), yerden bir avuç çakıl taşı alıp,
- Bunlar benim Allah’ın (c.c) peygamberi olduğuma şahitlik ederler.
buyurunca, taşlar Hz.Peygamberin (s.a.s) elinde tesbih etmeye başladı. Bunun üzerine Kinde temsilcileri,
- Şehadet ederiz ki, Sen şüphesiz Allah’ın (c.c) peygamberisin!
- Allah, beni hak dinle peygamber olarak gönderdi ve bana kitap indirdi ki batıl ona yaklaşamaz.
- Bize biraz ondan okutup dinletsen?
Hz.Peygamber (s.a.s), başındaki ayetlerden okumaya başladı:
Saflar bağlayan, haykırıp sürdükçe süren, veya idareci olarak idarede emreden ve zorlayıp yasaklayanlara hem de zikri (âyetleri) okuyan (melek)lere andolsun ki, şüphesiz sizin İlâh'ınız, elbette bir tek İlâh'tır.
37/1-2-3-4
(O) göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin Rabbi ve doğuların da Rabbidir.
37/5
Âyet-i kerîmede "doğu"lar çoğul olarak gelmiştir. Bu ise, dünyanın yuvarlak olup her gün güneşin etrafındaki yörüngesinde dönerek gitmesiyle bir sene boyunca meydana gelen doğuş yerlerinin farklılığına ve onun çokluğuna işaret etmektedir. Eğer dünya dönerek gitmeseydi, güneş aynı yerden doğardı, gece, gündüz ve mevsimler olmazdı. Batılar da aynı durumda olduğundan Cenâb-ı Hak burada zikretmemiştir. Diğer âyetlerde (7/137; 70/40; 55/17) ikisini beraber zikretmiştir.
Hz.Peygamber (s.a.s), susmuş, kımıldamadan duruyordu. Gözlerinden yaşlar sakalına doğru akmaya başlamıştı. Temsilciler:
- Biz senin ağladığını görüyoruz. Yoksa, Seni gönderenden korktuğun için mi ağlıyorsun?
- Beni korkutan; Allah’ın, beni kılıcın ağzı gibi ince ve keskin olan dosdoğru bir yol üzerine göndermiş olmasıdır ki, ondan azıcık eğrilsem helak olurum!
buyurduktan sonra şu ayeti okudu:
Andolsun ki, biz dilersek, sana vahyettiğimizi giderir (senin hâfızandan siler)iz. Sonra bize karşı, bu hususta kendine bir vekîl (yardımcı) da bulamazsın.
17/86
Sonra da Kinde temsilcilerine,
- Siz Müslüman oldunuz mu?
- Evet! Müslüman olduk.
- Öyle ise şu üzerinizdeki ipekler ve sırmalar ne diye duruyor?
Bunun üzerine Kinde temsilcileri, elbiselerindeki ipekleri ve sırmaları söküp attılar.
Oğlu İbrahim’in Vefatı
Hicretin 8. yılında doğan İbrahim, hicretin 10. yılında vefat etti. Vefat ettiğinde henüz 16 aylıktı. Hz.Peygamber (s.a.s), İbrahim’in vefat etmek üzere olduğunu haber alınca, Abdurrahman bin Avf’ın (r.a) elinden tutarak, İbrahim’in bulunduğu hurma bahçesine gitti. Onu kucağına aldı. O sırada İbrahim can veriyordu. Hz.Peygamberin (s.a.s) gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. Abdurrahman bin Avf (r.a),
- Sen de mi ağlıyorsun, ya Resulullah (s.a.s)!
- Ey Abdurrahman! Bu ancak bir acımadan ibarettir. Ben, ancak kendisinde bulunmayan iyilikleri sayıp dökerek, bağıra bağıra ağlamayı yasaklamıştım. Acımayana acınmaz! Göz ağlar ve kalp üzülür. Biz Rabbimizin razı olacağı sözden başkasını söylemeyiz.
buyurdu. Ardından da İbrahim’e döndü:
- Vallahi, ey İbrahim! Senin ayrılığınla çok üzgünüz!
İbrahim’in cenazesi, süt annesi Ümmü Bürde’nin (r.a) evinden küçük bir sedir üzerinde taşındı. Cenaze namazını Hz.Peygamber (s.a.s) kıldırdı ve İbrahim toprağa verildi.
Cebrail’in İslam’ı Öğretmesi
Hicret’in onuncu yılında, gerçekleşen olayı da Hz.Ömer (r.a) şöyle anlatıyor:
Bir gün biz Allah Resulünün (s.a.s) yanında otururken, bembeyaz elbiseli, simsiyah saçlı, üzerinde yolculuk eseri görülmeyen, içimizden hiç kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi. Peygamberin (s.a.s) yanında, dizini dizlerine dayayarak oturup avuçlarını dizinin üzerine koydu ve sordu :
- Ey Muhammed! Bana İslam hakkında bilgi ver!
- İslam, Allah’tan başka hiçbir ilah bulunmadığına,Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna şahitlik etmen, namaz kılman, zekat vermen, Ramazan Orucunu tutman, gücün yettiği taktirde Kabe’yi tavaf etmendir.
- Doğru söyledin!
Adamın söylediklerine hayret ettik. Adam hem soruyor, hem de tasdik ediyordu. Yine sordu:
- İmanın ne olduğunu bildir!
- İman Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, Ahiret gününe inanman, kadere iyisiyle kötüsüyle iman etmendir.
- Doğru söyledin!
dedi ve devam etti:
- Bana ihsanın ne olduğunu bildirir misin?
- İhsan, Allah’a sanki Onu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Zira sen onu görmesen de O seni muhakkak görür.
- Bana kıyametin ne zaman kopacağını bildirir misin?
- Sorulan kişi,(bu hususta) sorandan daha bilgili değildir ki.
- Öyleyse alametlerinden bana haber ver!
- Cariyenin kendi sahibesini doğurması ile yalın ayak ve çıplak koyun çobanlarının bina yapmakta yarıştıklarını görmendir.
Sonra (adam) çekip gitti. Biraz bekledim, sonra Resulullah (s.a.s) buyurdu ki:
- Ey Ömer, o soru soran kimdir, bilir misin?
- Allah (c.c) ve O’nun Resulü (s.a.s) daha iyi bilir.
O Cebrail’(a.s) di. Dininizi öğretmek için size gelmişti.
<<<Öceki Sayfa Sonraki Sayfa>>>
Kaynaklar : | Peygamberler Tarihi – M.Asım Köksal Hz.Muhammed’in Hayatı – Martin Lings Feyzü’l Furkan – Hasan Tahsin Feyizli |