SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED (S.A.S)

SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED (S.A.S)

BEDİR SAVAŞI

Savaşmaya İzin Verilmesi
Hz.Peygamberin (s.a.s) davete başlamasından itibaren Müslümanlar, işkencelere katlanmak, hakaretler ve haksızlıklara göz yummak zorunda kalmışlardı. Bu yüzden yurtlarından çıkmış, evlerini terk etmiş, sevdiklerinden ayrılmışlardı. Ama yapılanlara karşılık vermelerine izin verilmiyordu. Medine’ye gelmelerinden kısa bir süre sonra, savaşmaya izin veren ayetler indirildi:

Kendilerine savaş açılan (mü'min)lere, zulme uğradıklarından dolayı, (artık savaş için) izin verildi. Şüphesiz ki Allah, onlara yardım etmeye elbette kâdirdir. 
22/ 39
[Cihad emrinin safhaları için bkz. 9/5; 15/94; 16/125; 22/39; 9/14-16; 3/142; 47/31]

O (mü'min) kimseler, sırf "Rabbimiz Allah'tır" dediklerinden (putlara inanmadıklarından) dolayı, haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah, bazı insanları(n azgınlığını ve şerrini) diğer bazısıyla defetmeseydi, içlerinde Allah'ın ismi çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler muhakkak yıkılıp giderdi. Allah kendi (dini)ne yardım eden (onu hayata hakim kılmak için gayret eden)lere elbette yardım eder. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, her şeye galiptir. 22/ 40

(İktidar sâhibi Mekkeli müşrikler, Kelime-i tevhid ile "Rabbim Allah'tan başkası değildir, artık O'nun kulluğuna girdim, gereğine göre yaşayacağım, sizin putlarınızdan ayrıldım" diyen mü'minlere her türlü eziyet ve mahrumiyeti revâ görüyorlardı. Allah da böylelerini, sünneti gereği, her zaman defetmiş, tevhid şirke gâlip gelmiştir.)

O (mü'min) kimseler ki kendilerine yeryüzünde iktidar, mevki (ve servet) versek (şımarıp sapmazlar,) namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, (İslamî ölçülerde) iyiliği emrederler ve kötülükten men ederler. (Çünkü bilirler ki, bütün) işlerin sonu ancak Allah'a ait(tir ve O'na döne
cek)tir. 
22/ 41

Bedir Savaşı
Hicretin ikinci yılında, Mekke’den Kureyşlilerin çoğunun sermaye veya mal koyarak katıldıkları büyük bir ticaret kervanı hazırlanmış ve Ebu Süfyan komutasında Şam’a doğru yola çıkmıştı. Kervandaki mal miktarının bin deveyi bulduğu rivayet edilir. Kureyşliler, hac yolunu Müslümanlara kapattıkları için onların da Şam’a giden ticaret yolunu keseceklerinden korkuyor, bu yüzden de çok tedbirli davranıyorlardı.

Gerçekten de beklenilen oldu. Müslümanların kervanı ele geçirmek için harekete geçtikleri haberi Mekke’ye ulaştı. Büyük bir ordu hazırlandı ve hem kervanı korumak hem de Müslümanlara gereken dersi vermek için vakit geçirilmeden yola çıkarıldı.

Bu sırada Hz.Peygamber (s.a.s) de hazırlanan bir orduyla Medine’den hareket etmişti. Orduda 2 at ve 70 deve vardı. Toplam asker sayısı ise 313 kişiydi. Bu yüzden develere ikişer, üçer ve bazen de dörder kişi nöbetleşe biniyorlardı. Hz.Peygamber (s.a.s), Hz. Ali (r.a) ve Mersed (r.a) ile aynı deveyi paylaşıyordu. Yürüme sırası kendisine geldiğinde:
- Ya Resulullah! (s.a.s) Sen bin, biz senin yerine yürürüz!
teklifini, 
- Siz yürümekte benden daha kuvvetli değilsiniz. Allah’ın vereceği mükafata da ben sizden daha az ihtiyaç duymuyorum!
diyerek geri çeviriyordu.

Müslümanların kervanı ele geçirmek için hareket ettiklerini haberini alan Ebu Süfyan geceyi geçirmek için konaklamış bulunan kervanı hemen harekete geçirdi. Yolu değiştirdiler ve gecenin karanlığından da yararlanarak Bedir’e uğramadan yollarına devam ettiler.

Hz.Peygamber (s.a.s) ordunun ileri gelenlerini topladı:
- Ne dersiniz? Kureyşliler Mekke’den çıktılar ve bütün hınçlarıyla geliyorlar. Sizce kervan mı makbul, yoksa Kureyş ordusu mu?
- Düşmanla karşılaşmaktansa, kervanı takip etmek daha makbuldür!
- Kervan deniz sahiline doğru geçip gitti. Ebu Cehil ise geliyor!
- Ya Resulallah! Sen kervana bak, düşmanı bırak! 
dediler. Hz.Peygamber (s.a.s) kızdı ve ayağa kalktı. Bu arada Kureyş ordusuyla karşılaşmayı isteyenler de söz almaya başladılar. Bunlardan özellikle Mikdad ve Sad bin Muaz’ın (r.a) konuşmaları önemlidir.

Mikdad (r.a):
- Ya Resulallah! (s.a.s) Allah (c.c.) sana ne emrettiyse yerine getir. Biz senin yanında ve seninle beraberiz. Biz sana İsrail oğullarının Musa’ya (a.s) dedikleri gibi: “Sen ve Rabbin onlarla çarpışın! Biz burada oturalım!” demeyiz. Fakat “Sen ve Rabbin onlarla savaşın! Biz de sizinle birlikte çarpışırız!” deriz.
Mikdad’ın (r.a) bu sözleri Hz.Peygamber (s.a.s)i çok sevindirdi ve ona hayırlı dualarda bulundu.

Sad (r.a):
- Biz sana iman ettik ve seni doğruladık. Bize getirdiğin şeyin hak ve gerçek olduğuna şehadet ettik. Dinlemek ve itaat etmek üzere sana söz verdik. Ya Resulallah! Nasıl istersen öyle yap! Biz seninle beraberiz. Seni hak din ve kitapla gönderene and olsun ki, sen bize şu denizi gösterip dalarsan, biz de seninle birlikte dalarız. Bizden bir kişi bile geri kalmaz. Yarın bizimle birlikte düşmanımıza karşı gitmeni de hoş karşılamayacak değiliz....Umulur ki Allah Sana bizden gözünü aydın edecek kahramanlıklar gösterecektir. Allah’ın bereketiyle yürüt bizi!

Sad’ın sözleri de Hz.Peygamberi (s.a.s) çok sevindirdi ve neşelendirdi:
- Haydi yürüyün!...Vallahi şimdi ben, Kureyşlilerin savaş meydanında vurulup düşecekleri yerlere bakıyor ve oraları görüyorum!

Ordu Bedir’e gelip kuyuların başında karargah kurdu. 
Hz.Ömer (r.a) der ki:
Bedir’e geldiğimiz gece Resulullah (s.a.s) bize: 
- İnşaallah, yarın sabah, filanın vurulup düşeceği yer şurasıdır, filanın vurulup düşeceği yer şurasıdır...
deyip, elini o yerlere koyarak müşriklerden vurulup düşecek olanların yerlerini birer birer gösterdi. Söylediklerinin hiç birisi, Onun elini koyduğu yerlerin ne ilerisinde ne de gerisinde vurulup düşmediler.

***
Bu sırada Kureyş ordusu da defler ve çalgılarla büyük bir saltanat ve gösteriş içinde yaklaşmaktaydı. Orduda 950 asker, 100 civarında at ve 700 civarında deve vardı. Kureyş’in ileri gelenlerinden bir çoğu bizzat ordunun içinde yer almışlardı.

Ebu Süfyan, kervanı Bedir’den sağ salim geçirip Mekke yoluna ulaşınca, durumu haber vermek için bir kişiyi Mekke’den yola çıkmış bulunan orduya haberci olarak gönderdi. Gelen haberle birlikte tartışmalar da baş göstermekte gecikmedi. Önde gelenlerinden bazıları kervanın kurtulduğunu, dolayısıyla savaşmaya gerek kalmadığını söylerlerken; diğerleri ise hazırlamış oldukları ordunun gücünü de göz önüne alarak savaşmada geri dönmeye şiddetle karşı çıkıyorlardı.

***
Savaş için gelenlerin arasında Mekke’nin önde gelenlerinden Utbe ve Şeybe de bulunmaktaydı. Köleleri Addas’ı da getirmişlerdi. Addas, efendilerinin zırhlarını giydiklerini görünce, 
- Siz ne yapacaksınız?
- Taif’te üzüm bağımızda seninle üzüm gönderdiğimiz adamı hatırlıyor musun?
- Evet hatırlıyorum!
- İşte biz onunla savaşmaya hazırlanıyoruz.
- Gitmeyin vallahi o peygamberdi!

Hakim bin Hizam (r.a) anlatıyor: 
Beyza tepesine eriştiğimiz sırada Addas’ın, Utbe ve Şeybe’nin ayaklarına sarılıp,
- Babam, anam sizlere feda olsun! Vallahi O, Allah’ın peygamberidir! Siz ancak vurulup düşeceğiniz yerlere sürükleniyorsunuz!
diyerek ağladığını ve göz yaşlarının yanaklarına döküldüğünü gördüm. Utbe ve Şeybe yanlarına dönünce, As bin Münebbih Addas’ın yanına gitti:
- Neden ağlıyorsun?
- Mekke’nin efendileri olan efendilerime ağlıyorum. Onlar vurulup düşecekleri yerlere gidiyorlar. Peygamber ile çarpışacaklar!
- Muhammed gerçekten Allah’ın peygamberi midir dersin?
Addas’ı bir ürperti ve titreme tuttu. Sonra da ağlamaya başladı:
- Vallahi O Allah’ın insanlara gönderdiği peygamberidir!
Addas, oradan geri döndü ve Bedir’de bulunmadı.

***
Hz.Ali anlatıyor: 
Bedir’de geceleyin ince ince yağan bir yağmura tutulduk. Kalkanların ve ağaçların altlarında siperlendik. Hepimiz tatlı bir uykuya daldık. Yalnız Resulullah (s.a.s) geceyi, ağacın altında namaz kılarak, ağlayarak ve 
- Allah’ım! Sen şu bir avuç topluluğu helak edersen, artık sana yer yüzünde hiç ibadet olunmaz!
diye yalvararak geçirdi. Tan yeri ağarınca, “Ey Allah’ın kulları! Namaza!” diye seslendi. Ağaç ve kalkanların altından çıkanlar Rasulullah’ın (s.a.s) yanına geldiler. Onlara namaz kıldırdı ve düşmanla çarpışmaya teşvik etti.

Ordu savaş düzeni aldı. Müslümanların bulundukları yer kumluk ve çok zor yürünebilen bir yerdi. Gece yağan yağmurla birlikte yerin kumları da yapıştı ve kolay yürünebilir bir hale gelmişti. Ayrıca Müslümanları bir uyuklama hali almıştı. Saf halinde uyukladıkları, hatta Ebu Talha’nın (r.a) uyuklamaktan ötürü iki kere kılıcını yere düşürüp almak zorunda kaldığı rivayetler arasındadır. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de de şu şekilde hatırlatılmaktadır:

O zaman, (Allah) katından (verilen) bir güven olmak üzere sizi hafif bir uyku bürüyordu. Sizi tertemiz yapmak, (bulunduğunuz yerde suyun olmayışından dolayı) şeytanın pisliğini (vesvesesini) gidermek, kalplerinizi (ümitle Allah'a) bağlamak, ayakları(nızın altındaki kumları) pekiştirmek (ve sebatınızı sağlamak) için üzerinize gökten su indiriyordu.
8/11

Sabahla birlikte Kureyş ordusu da kum tepelerini aşarak Bedir vadisine gelmeye başladı. Hz.Peygamber (s.a.s), Kureyş Müşriklerinin zırhlar içinde ve silahlanmış yığınlar halinde akıp geldiklerini görünce:
- Allah’ım! İşte Kureyş müşrikleri, olanca kibir ve gururları, olanca büyüklenmeleri ve övünmeleriyle geliyorlar. Sana meydan okuyor ve peygamberini yalanlıyorlar. Allah’ım bana yapmış olduğun yardım vaadini yerine getir! Allah’ım! Onları sabahleyin helak et! Sen verdiğin sözden caymazsın!
diyerek dua etti. Safları düzenledikten sonra kendisi için hazırlanan yerine döndü ve içeri girdi. Yanında Hz.Ebubekir’den (r.a) başka kimse yoktu. Yeniden “Allah’ım! Bu gün sen bu İslam topluluğunu helak edersen, artık sana hiç ibadet olunmaz!” demeye ve yalvarmaya başladı. Omuzlarından elbisesi kayıp düştü. O sırada Hz.Peygamberi (s.a.s) hafif bir uyku hali aldı, sonra kendine geldi:
- Müjde ey Ebu Bekir! (r.a) Allah’ın yardımı geldi. İşte şu Cebrail’ (a.s) dir. Kum tepeleri üzerinde, atının dizginini tutmuş, emir bekliyor!
dedi. Sonra zırhını giyindi,
Yakında o topluluk bozguna uğratılacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır. 
54/45
ayetini okuyarak çadırından çıktı.

Hz.Ömer (r.a) der ki:
Bu ayet Mekke’de indirildiği zaman kendi kendime, 
- Acaba hangi topluluk bozguna uğratılacak ve kimler galip gelecek?
demiştim. Bedir günü gelip de, Rasulullah’ın, zırhını giymiş olarak bu ayeti okuduğunu görünce anladım ki, Yüce Allah, meğer Kureyş müşriklerini bozguna uğratacakmış.

Önce, müşriklerden Utbe, Şeybe ve Velid meydana çıkıp çarpışacak er dilediler. Karşılarına Hz.Ubeyde (r.a), Hz.Hamza (r.a)ve Hz. Ali (r.a) çıktılar. Çarpışmaları müslümanlar kazandılar. Utbe, Şeybe ve Velid savaş meydanında öldüler. Müslümanlardan ise Ubey’de (r.a)çarpışma sırasında yaralandı ve daha sonra aldığı yaralar dolayısıyla şehid oldu. Ardından savaş başladı.

Savaş meydanında, küçük taşların metale çarpmasını andıran garip sesler duyulmaktaydı. Aynı zamanda O güne kadar tanınmayan kişiler de Hz.Peygamber’in (s.a.s) yanında çarpışmaya başladılar. O zamanki durum Kur’an-ı Kerimde şu şekilde anlatılıyor:
Allah size iki tâifeden (Kureyş'in ya Şam'dan gelen ticâret kervanı veya silahlı birliklerinden) birinin muhakkak sizin olduğunu vaadettiği zaman, (siz) silahlı olmayanın kendinizin olmasını istiyordunuz. Allah da sözleriyle (bunun aksine), hakkı açığa vurmak ve kâfirlerin arkasını kesmek (için silahlı büyük kısımla savaşmanızı) istiyordu.
8/7
Allah Rasûlü'nün gönlü de, müşriklere silah temini için Şam'dan dönen kervanı ele geçirmekten yana değil, Mekkeli müşriklerle harp etmekten yana idi.

Bu;) o (müşrik olan) günahkârlar hoşlanmasa da hak (olan İslâm)ı gerçekleştirmek ve bâtıl (olan küfrü ve şirk)i ortadan kaldırmak içindi.
8/8
Hani siz (Bedir'de) Rabbinizden yardım istiyordunuz, O da: "Hiç şüpheniz olmasın ki ben size, birbiri ardınca gelen bin(lerce) melekle yardımcıyım" diye duânızı kabul buyurmuştu.
8/9
(Rasûlullah (s.a.v.), gözyaşlarının duâlarına karıştığı bir esnâda: "Yâ Rabbî! Bir avuç müslüman ve bir avuç tevhid ordusu düşmana yenilir mahvolursa, yeryüzünde sana ibâdet edecek ve senin emirlerini tebliğ edecek kimse kalmaz" diyordu. Duâsını bitirdikten sonra gölgelikten yüzü gülerek ve 54/45. âyetini okuyarak çıktı.)2
İbn Kesîr (Sâbûnî). II, 88-89.

Allah bunu ancak bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla güvene kavuşsun diye yapmıştı. Yardım/zafer ancak Allah katındandır. Şüphesiz ki Allah mutlak gâliptir, hüküm ve hikmet sâhibidir.
8/10

Sehl bin Huneyfe (r.a):
Bedir gününde, herhangi birimiz, bir müşrikin başına kılıcımızı çaldığımız zaman, kılıcımız daha onun başına erişmeden, başının bedeninden kopup yerde yuvarlandığını görüyorduk.

Umeyr(r.a):
Bedir günü müşriklerden birinin peşine düştüm. Kılıcım onun başına erişmeden, başının yuvarlandığını gördüm. Onu benden başkasının vurup öldürdüğünü zannettim.

Yardım için gelen melekleri kaçan ve esir alınan müşriklerden de görenler ve anlatanlar vardır:

Huveytib bin Abdüluzza (r.a):
Bir çok meleğin yerle gök arasında çarpıştığını gördüm.

Said bin Ebu Hubeyş :
Kureyş bozguna uğrayınca, ben de onlarla birlikte bozguna uğradım. Uzun boylu, gökle yer arasında, kır at üzerinde bir adam gelip beni bağladı. Abdurrahman bin Avf gelip beni bağlı bulunca, müslümanlara “Bu kimin esiridir?” diye seslendi. Ama hiç kimse beni esir ettiğini söylemedi. Nihayet beni Rasulullah’a (s.a.s) götürdüler. “Ey Ebi Hubeyş! Seni kim esir etti?” diye sordu. “Bilmiyorum” dedim. Gördüklerimi onlara haber vermek istemedim. Rasulullah, (s.a.s) “Seni meleklerden şerefli bir melek esir etti. Ey ibni Avf! Esirini al ve git!” buyurdu.

Hz.Ali (r.a) Anlatıyor:
Abbas’ı esir eden Medinelilerden Ebul Yesir idi. Kendisi çelimsiz, kısa boylu bir kimseydi. Abbas ise iri yarı bir kişiydi. Hz.Peygamber (s.a.s) Ebul Yesir’e,
- Ey Ebul Yesir! Abbas’ı nasıl esir edebildin?
diye sordu. Ebul Yesir de, 
- Ya Resulallah! Onu esir edebilmek için ne ondan önce, ne de ondan sonra hiç görmediğim bir zat bana yardımda bulundu. Onun şekli şöyle şöyleydi.
dedi. Hz.Peygamber (s.a.s) de,
- Allah sana şerefli bir melekle yardım etmiştir
diye cevap verdi.

***
Bedir savaşında Müslümanlar 14 şehid verdiler. Müşriklerden ise 70 civarında ölü vardı. Bir o kadar kişi de esir edildi. Müşriklerden öldürülen 24 tanesini, kuyulardan birisinin içine atıldılar.

Hz.Peygamber (s.a.s), Bedirden ayrılacağı gece, müşrik ölülerinin atıldığı kuyuya doğru yürüdü. Sahabiler de peşinden yürüdüler. Sonunda kuyunun kenarına gelerek durdu:
- Ey kuyuya atılanlar! 
diye seslendi. Sonra onların isimlerini babalarının isimleriyle birlikte birer birer saydıktan sonra:
- Sizler peygamberinize karşı ne kötü bir topluluktunuz! Sizler beni yalanladınız, başkaları ise beni tasdik edip doğruladılar. Siz beni yurdumdan çıkardınız, başkaları ise bana kucak açtılar. Siz benimle çarpıştınız, başkaları ise bana yardım ettiler. Şimdi Rabbinizin vaad etmiş olduğu azabı gerçekleşmiş buldunuz mu? Ben Rabbimin bana vaad etmiş olduğu zaferi gerçekleşmiş buldum.
buyurdu. Müslümanlar bu konuşmaya şaşırdılar. Hz.Ömer (r.a) :
- Ya Resulallah! Şu cansız cesetlere ne diye konuşursun?
- Varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitiyor değilsiniz. Ama onlar bana cevap vermeye güç yetiremiyorlar!
buyurdu.

***
Esirler Medine’ye getirilince, Hz.Peygamber (s.a.s) esirleri sahabe arasında dağıttı ve “Esirler hakkında birbirinize iyilik ve hayır tavsiye ediniz” buyurdu. Mus’ab bin Umeyr’in (r.a) kardeşi Ebu Aziz anlatıyor:
Esirler Medine’ye getirildikleri zaman ben, Ensar’dan bir aile içine düşmüştüm. Hz.Peygamber (s.a.s), esirler hakkında tavsiyede bulunduğu için, sabah akşam yemeğinde ekmeği bana ayırırlar, hurmayı kendileri yerlerdi. İçlerinden birinin eline bir ekmek parçası geçse, bana verir, ben de utandığım için geri iade ederdim. Fakat ekmeğe dokunmadan bana yine geri çevirirdi.

Esirlerden Ebu’l As bin Rebia ve Velid bin Velid de, kendilerine aynı şekilde davranıldığını ifade ederler. Hatta, esirlerden Yezid, Medine’ye gelirlerken esirlerin hayvanlara bindirildiğini, Müslümanların yaya yürüdüklerini bildiriyor.

***
Ebu Rafi anlatıyor:
Ben Abbas’ın kölesiydim. İslam bizim ev halkı arasına da girdi. Abbas da hanımı da Müslüman oldular. Ben de müslüman oldum. Fakat Abbas kavminden korkuyor, Müslümanlığını açıklamayarak gizli tutuyordu. Kendisi büyük bir servet sahibiydi.

Kureyş müşriklerinden Bedir’e gidenlerin yenilgiye uğradıkları haberi Mekke’ye ulaştı. Ben zayıf bir adamdım. Zemzem odasında tahtadan bardaklar yapıyordum. Abbas’ın hanımı Ümm-ül Fadıl da yanımda oturuyordu. Bedir’den gelen haberler bizi çok sevindirdi. O sırada Ebu Leheb, iki ayağını şerle sürüyerek geldi ve odanın tahtası üzerine oturdu. Ebu Süfyan’ın geldiği haberi duyulunca hemen yanına çağırttı. Ebu Süfyan oturdu. Halk da etrafına toplandı:
- Ey kardeşimin oğlu! Bu iş nasıl oldu, bana haber ver?
- Vallahi bir toplulukla karşılaştık. Onlara arkalarımızı, omuzlarımızı teslim ettik. Onlar da bizi istedikleri gibi öldürdüler ve esir ettiler. Allah’a yemin ederim ki, bundan sonra kimseyi ayıplamam! Yerle gök arasında kır atlar üzerine binmiş, ak yüzlü adamlarla karşılaştık ki, vallahi onlara ne bir şey dayanabilir, ne de onlara bir şey karşı koyabilirdi.
Elimi odanın tahtasına vurarak;
- İşte onlar meleklerdir!
dedim. Ebu Leheb elini kaldırıp yüzüme şiddetli bir tokat indirdi. Ben de onun üzerine atıldım. Zayıf bir adam olduğum için, beni tutup yere vurdu. Üzerime çöküp dövmeye başladı. Ümm-ül Fadıl, odanın direklerinden birini alarak Ebu Leheb’e şiddetle vurdu. Başı fena halde yarıldı. Ona,
- Demek efendisinin yanında bulunmamasından dolayı onu zayıf gördün?
dedi. Ebu Leheb perişan bir halde kalkıp gitti. Yedi gece sonra Adese denilen hastalığa tutularak öldü.

***
Bedir savaşında bulunan Kubas bin Eşyem anlatıyor:
Bedir günü müşriklerle birlikteydim. Muhammed’in yanındakilere bakınca, onlar gözüme az, bizim yanımızdaki atlar ve adamlar ise pek çok göründü. Fakat çok geçmeden bozguna uğradık. Halbuki, müşrikleri, daha önce gördüğüm gibi çokluk halinde buluyordum. Kendi kendime “Ben böyle bir şey daha görmedim. Onlardan ancak kadınlar kaçar!” diye içimden geçirdim. 
Kubas, savaştan sonra kaçarak Mekke’ye ulaştı. Yenilgi haberi kendisinden önce Mekke’ye ulaşmış bulunuyordu. Hendek savaşından sonra kendi kendine “Medine’ye gidip, Muhammed (s.a.s) neler söylüyor bir bakayım” diyerek Medine’ye geldi. Hz.Peygamber (s.a.s)i sordu, bulunduğu yeri gösterdiler. Kubas, Hz.Peygamberi (s.a.s) şahsen tanımıyordu. Selam verdi. Hz.Peygamber (s.a.s):
- Ey Kubas! Bedir günü “Ben böyle bir şey daha görmedim. Onlardan ancak kadınlar kaçar” diyen sen değil miydin?
diyince, Kubas:
- Şehadet ederim ki, sen Allah’ın Peygamberisin! Bu işi hiç kimseye açıklamamıştım. Bu ancak içimden geçen bir duygudan başka bir şey değildi. Eğer peygamber olmasaydın, bunu bilemezdin. Gel sana bey’at edeyim.
dedi. İslamiyet kendisine anlatılınca da Müslüman oldu.

***
Esirlerin kurtulma bedeli olarak her birisinden, mali durumlarına göre 4000, 3000, 2000, 1000 dirhem alınması, okur yazar olanlardan kurtulma bedeli veremeyenlerin de çocuklardan on tanesine okuma yazma öğretmek şartı ile serbest bırakılması kararlaştırıldı. Okur-yazar olmayan yoksul esirler ise Hz.Peygamber (s.a.s) tarafından karşılıksız serbest bırakıldılar.

***
Hz.Peygamberin (s.a.s) amcası Abbas, esirler arasında Medine’ye gelince, Hz.Peygamber (s.a.s):
- Ey Abbas! Kendin, kardeşinin oğlu Akil, Nevfel ve müttefikin Utbe için kurtulma bedeli öde! Sen servet sahibi bir kişisin.
- Ya Resulallah! (s.a.s) Ben zaten Müslüman’dım. Kureyşliler beni zorlayarak Bedir’e getirdiler.
- Senin Müslümanlığını Allah (c.c) bilir. Dediğin doğru ise Allah (c.c) sana elbette onun karşılığını verir. Fakat senin işin, görünüş itibariyle aleyhimizeydi. Sen kurtulma bedelini ödemeye bak. 
- Ya Resulallah! (s.a.s) Bari savaş sırasında yanımda bulunan, el koyduğunuz altınları kurtulma bedelime say!
- Hayır! O Allah’ın (c.c) bize senden nasip ettiği bir şeydir.
- Ya Resulallah! (s.a.s) Benim ondan başka malım yok! Sen beni Mekke’de halktan dilenecek halde bırakacaksın!
- Ey Abbas! Ya o altınlar nerede kaldı?
- Hangi altınlar?
- Hani Mekke’den çıkacağın gün, hanımın Ümm-ül Fadl’a teslim ettiğin altınlar! Ona, “Bu seferde başıma ne geleceğini bilmiyorum. Şayet bir felakete uğrayıp da dönemezsem şu kadarı senin içindir, şu kadarı Fadl içindir, şu kadarı Abdullah içindir, şu kadarı Ubeydullah içindir, şu kadarı da Kuseym içindir!” dediğin altınlar!
- Bunu sana kim haber verdi? Vallahi bunu benden ve Ümmül Fadl’dan başka hiç kimse bilmiyordu.
- Allah (c.c) haber verdi!
Şehadet ederim ki, Sen Allah’ın (c.c) peygamberisin ve doğrusun!

***
Umeyr, Bedir’de karnından kılıçla yaralanarak ölüler arasına düşmüş, ölmüş sanılarak bırakılmış fakat kurtulmuştu. Oğlu ise esir edilenler arasındaydı. Amcasının oğlu Safvan ile Kabe’nin yanında oturmuş konuşuyorlardı. Umeyr Bedir’de olanlardan bahsetti. Safvan Umeyr’in anlattıklarını dinledi:
- Vallahi, bu olanlardan sonra yaşamanın ne faydası var! Böyle yaşamanın Allah belasını versin!
- Doğru söyledin! Vallahi onlardan sonra yaşamakta hayır yok! Fakat ne yapayım ki, borçluyum! Borcumu ödeyecek bir şeyim de yok! Benden sonra çoluk çocuğumun perişan olmalarından korkarım. Eğer bunlar olmasaydı hayvanıma biner, Muhammed’e gider ve Onu öldürürdüm! Yanlarına gitmem de tuhaf karşılanmazdı. Çünkü oğlum ellerinde esir bulunuyor.
- Eğer sen bunu yaparsan, ben de senin borcunu üzerime alır, çoluk çocuğunu da benimkilerle beraber sağ oldukları müddetçe geçindiririm.
- Öyle ise, konuştuklarımızı gizli tut, kimseye söyleme!

Umeyr kılıcını hazırladı ve Medine’ye geldi. Hz.Ömer (r.a), Umeyr’in kılıcını kuşanmış bir halde mescidin kapısında devesinden indiğini görünce, Hz.Peygamber’in (s.a.s) yanına girdi:
- Ey Allah’ın Peygamberi (s.a.s)! Allah’ın düşmanı Umeyr bin Vehb, kılıcını kuşanmış olarak gelmiş. 
- Onu yanınıza alınız!
Hz.Ömer (r.a), Umeyr’in yanına geldi. Boynundaki kılıcın kayışından tuttu. Yanındakilere,
- Siz de gidin ve Resulullah (s.a.s)’ın yanına oturun! Bu pisliğin Ona bir zarar vermesinden sakının! Çünkü güvenilir bir kimse değildir!
dedi ve onunla birlikte Hz.Peygamberin (s.a.s) yanına girdi. Hz.Peygamber (s.a.s), Hz.Ömer’in (r.a), Umeyr’in boynundaki kılıcın kayışını sımsıkı tutmuş olduğunu görünce, 
- Sal onu ya Ömer! Sen de yaklaş bana ya Umeyr!
- Sabahınız hayır olsun!
- Ya Umeyr! Allah bize senin verdiğin selamdan daha hayırlı bir selamı, Cennetliklerin selamını bahşetti.
- Vallahi ya Muhammed! Bu sonradan çıkarılmış bir şey!
- Ya Umeyr! Sen buraya neden geldin?
- Elinizde bulunan esir oğluma bir iyilik edersiniz diye geldim.
- Ya boynundaki bu kılıç ne?
- Allah kılıçlar içinden onu uzak etsin! Onun bize ne faydası oldu ki sanki?
- Bana doğrusunu söyle! Sen buraya niçin geldin?
- Söylediğim gibi, şu esir işinden başka bir iş için gelmedim.
- Senin Kabe’nin yanında, Safvan’a koştuğun şart neydi?
- Ben ona ne şart koşmuşum?
- Sen ve Safvan Kabe’nin yanında oturdunuz. Ölüp de kuyuya atılan Kureyşlilerden bahsettiniz. Sonra da “Eğer borcum ve çoluk çocuğum olmasaydı, çıkar gider ve Muhammed’i öldürürdüm” dedin. Safvan da, Beni öldürmene karşılık, borcunu ödemeyi ve çoluk çocuğunu geçindirmeyi üzerine aldı. Allah (c.c) ise seninle yapacağın işin arasına girdi.
- Ben şahadet ederim ki, Sen Allah’ın peygamberisin! Ya Resulallah! (s.a.s) Biz senin getirdiklerini hep yalanlar dururduk. Bu söz ancak benimle Safvan arasında geçmişti. Ondan ve benden başka bilen yoktu. Vallahi ben şimdi anladım ki, bunu Sana ancak Allah (c.c) haber vermiştir. 
dedi ve şahadet getirerek Müslüman oldu. Bunun üzerine Hz.Peygamber (s.a.s), sahabelerine,
- Kardeşinize dini öğretiniz, kendisine Kur’an-ı Kerim okutunuz ve esirini de serbest bırakınız!
buyurdu. Umeyr Mekke’ye döndü ve halkı İslam’a davet etmeye başladı. Bir çok kimse onun eliyle Müslüman oldu.

<<<Öceki Sayfa            Sonraki Sayfa>>>

Kaynaklar : Peygamberler Tarihi – M.Asım Köksal
Hz.Muhammed’in Hayatı – Martin Lings
Feyzü’l Furkan – Hasan Tahsin Feyizli