SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED (S.A.S)

SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED (S.A.S)

HUDEYBİYE

Yağmur Duası
Enes bin Malik (r.a) anlatıyor:
Kıtlık yılı gelip çatmıştı. Bir Cuma günü, Resulullah (s.a.s) ayakta hutbe okurken, bir adam mescidin kapısından içeri girip, Resulullah’ın (s.a.s) karşısında durdu:
- Ya Resulullah (s.a.s)! Her yeri kuraklık ve kıtlık sardı. Hayvanlarımız ölüyor. Çoluk çocuğumuz aç kaldı. Allah’a dua et de bize yağmur versin!

Mescidde bulunanların bir kısmı da ayağa kalkarak seslendiler:
- Ya Resulullah (s.a.s)! Ağaçlar kurudu, hayvanlar kırıldı. Bizim için Allah’tan yağmur dile! 
Resulullah (s.a.s) ellerini kaldırdı. Halk da Onunla birlikte ellerini kaldırdılar. 
- Ey Allah’ım! Bize yağmur ver! Bize yağmur ver!

diyerek dua etti. Vallahi, o sırada biz, gök yüzünde ne kalın, ne de ince hiçbir bulut görmüyorduk. Resulullah (s.a.s) dua edince, birden bir rüzgar koptu. Sel dağının arkasından, kalkan şeklinde bir bulut parçası belirdi. Gökyüzünün ortasına gelince yayıldı. Allah’a yemin ederim ki, bulutlar gök yüzünü kaplamadıkça, Resulullah (s.a.s) ellerini indirmedi.

Yağmur yağmaya başladığını görünce de,
- Ey Allah’ım! Bu yağmuru bardaktan boşanırcasına yağdır ve hakkımızda hayırlı kıl!

diye dua etti. Toplanan bulutlardan, bardaktan boşanır gibi yağmur yağmaya başladı. Yağmur damlalarının Resulullah’ın (s.a.s) sakalına doğru süzülüp yuvarlandıklarını gördüm. Üzerimize öyle bir yağmur yağdı ki, neredeyse evlerimize gitmeye yol bulamayacaktık. O gün, ertesi gün, daha ertesi gün, ta öteki cumaya kadar yağmur yağdı, durdu. Vallahi, yedi gün güneş yüzü görmedik. Medine’nin sel yataklarından ve yollarından ırmaklar aktı durdu.

Cuma günü, Resulullah (s.a.s) hutbesini okuyordu ki, yine mescidin kapısından bir kimse içeri girdi. Resulullah’ın (s.a.s) karşısında ayakta durdu:
- Ya Resulullah! (s.a.s) Evler yağmurdan yıkılmaya, hayvanlar sularda boğulmaya başladılar! Allah’a (c.c) dua et de artık şu yağmur dinsin!
dedi. Mesciddekiler de ona destek verdiler. Resulullah (s.a.s), gülümsedi. Ellerini kaldırdı,
- Ey Allah’ım! Çevremize yağdır, üzerimize yağdırma!
diye dua etti. Dua ederken de, eliyle gökyüzünün neresindeki bulutlara işaret ettiyse orası açılıyordu. Medine’nin üstü açık bir meydan gibi oldu. Derken, Medine’nin üzeri tamamen açıldı. Medine’ye baktım, taç giymiş gibi parlıyordu.

Umre Ziyareti
Hicretin 6.yılında, Hz.Peygamber (s.a.s), sahabeleriyle birlikte, Umre yapmak niyetiyle Mekke’ye gitme kararı verdi. Hazırlıklar hızlı bir şekilde tamamlandı. Sefere katılan Müslümanların sayısı 1500 kişi kadardı. Yanlarına kılıçlarından başka silah almamışlardı. Bu da o günün şartlarında yolcu silahı sayılıyordu. Sahabelerden bazıları şaşkınlıklarını dile getirdiler:

Hz.Ömer (r.a):
- Ya Resulullah! (s.a.s) Seninle savaş halinde olan bir topluluğun üzerine silahsız ve atsız olarak mı gideceksin? Ebu Süfyan ve adamlarının bize saldırmasından endişe etmiyor musun?
- Umreye niyetlenmiş iken, silah taşımak istemem!

Sa’d bin Ubade (r.a) :
- Ya Resulullah! (s.a.s) Keşke yanımızda silah taşısaydık, şüpheli bir davranışlarını görürsek onlarla savaşırdık.
- Ben ancak Umre niyetiyle yola çıkıyorum. Silah taşımam!

Mekke’ye yaklaşmaya başladıklarında, Hz.Peygamber (s.a.s) Büsr bin Süfyan’ı,
- Benim Umre yapmak istediğimi, Kureyşlilere ulaştır. Elde ettiğin bilgileri de bana getir!
diyerek Mekke’ye gönderdi. Haber kendilerine ulaştığında, Kureyş müşriklerinin önde gelenleri bir toplantı yaptılar ve Müslümanların kesinlikle Mekke’ye sokulmaması konusunda görüş birliğine vardılar. Halid bin Velid’i kumandan tayin ederek 200 kadar süvariyi Müslümanları karşılamak üzere gönderdiler. Hz.Peygamber (s.a.s)in göndermiş olduğu elçi de çok geçmeden geri döndü. Getirdiği haberler, Hz.Peygamberi (s.a.s) üzmüştü. Müslümanlara durumu anlattı ve görüş belirtmelerini istedi. Müslümanların çoğunluğu, çarpışmak için gelmediklerini, ama ziyaretlerine engel olunursa çarpışmaktan çekinmeyeceklerini bildirdiler. Bunun üzerine Hz.Peygamber (s.a.s),
- Haydi, öyle ise Allah’ın (c.c) ismiyle yürüyünüz!
buyurdu. Bu arada, Halid bin Velid komutasındaki Kureyş süvarileri de yakınlarına gelmiş bulunuyordu. Zayıf bir anlarını yakalasalar saldırmaktan çekinmeyeceklerdi. Bu yüzden Müslümanlar öğle namazını korku namazı şeklinde kıldılar. Ertesi gün, yollarına devam ederek Mekke yakınlarındaki Hudeybiye’de konakladılar.

Burası ismini, konaklanan yerin yakınındaki Hudeybiye kuyusundan alıyordu. Fakat kuyunun suyu Müslümanların ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar çok değildi.

Hudeybiye’de Çekilen Susuzluğa Bulunan Çözüm
Cabir bin Abdullah (r.a) anlatıyor:
Hudeybiye günü halk susuz kalmıştı. Resulullah (s.a.s), önünde bulunan su ibriğinden abdest aldığı sırada, insanlar su istemek üzere ona doğru geldiler:
- Size ne oldu?
- Mahvolduk ya Resulullah! (s.a.s)
- Ben sizin aranızdayken, siz mahvolmayacaksınız!
- Ya Resulullah! (s.a.s) Yanımızda senin ibriğindekinden başka ne abdest alacağımız, ne de içeceğimiz su var.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.s), elini ibriğin üzerine koydu.
- Alınız, Bismillah!
buyurdu. Kaynaklardan kaynar gibi, parmaklarının arasından su akmaya başladı. Müslümanlar ondan hem içtiler, hem de abdest aldılar. Sonra kaplarını getirdiler ve ağızlarına kadar doldurdular. Resulullah (s.a.s) gülümsedi:
- Allah’tan başka ilah bulunmadığına ve benim de O’nun peygamberi olduğuma şehadet ederim.
buyurdu. 
Cabir’e (r.a),
- O gün kaç kişiydiniz?
diye soruldu. Cabir (r.a),
- Eğer yüz bin kişi de olsaydık, bize yetecekti. On beş kere yüz (1500) kişiydik.
cevabını verdi.

Mekke’ye Haber Ulaştırılması
Hz.Peygamber (s.a.s), Hudeybiye’de bulunduğu sırada Huzaa kabilesinden Büdeyl, arkadaşlarıyla çıka geldi. Huzaa kabilesi, Müslümanlarla iyi ilişkileri olan bir kabileydi. Selam verdiler ve oturdular. Hz.Peygambere (s.a.s) Hudeybiye’ye niçin geldiğini sordular. Kureyş’in durumundan haber verdiler:
- Kabe’yi ziyaretten seni alıkoymak için and içmişler. Muhakkak seninle çarpışacaklar!
- Biz hiç kimse ile çarpışmak için gelmiş değiliz. Ancak Allah’ın evini ziyaret için gelmiş bulunuyoruz. Bununla beraber, kim ziyaretimizi engellemeye kalkışırsa onunla çarpışırız. Harpler, Kureyş’i çok yıprattı ve zayıflattı. Eğer, isterlerse yine de bir anlaşma süresi belirleyeyim. Bu süre içinde kendileri benden emin olurlar.

Benimle diğer halkların arasına girmesinler. Benimle karşılaşacak olan topluluklar kendilerinden kalabalıktır. Eğer Kureyş anlaşmadan kaçınır, beni diğer topluluklarla baş başa bırakmaz ve benimle çarpışmaya kalkışırlarsa, Allah’a (c.c) yemin ederim ki, yaymaya çalıştığım din uğrunda, başım gövdemden ayrılıncaya kadar onlarla çarpışacağım. 
- Ben senin söylediğin şeyleri onlara ulaştıracağım.
Büdeyl, Hz.Peygamberden (s.a.s) duyduklarını bir bir Kureyşlilere anlattı. Bir süre için anlaşma yapılması teklifini de onlara iletti.

Urve’nin Temsilci Olarak Hz.Peygamber (s.a.s) ile Konuşması
Dinleyiciler arasından Urve ayağa kalktı:
- İzin verirseniz gidip onunla ben bir konuşayım. Size onun yanından en doğru haberleri getireyim.
Kureyşliler de Urve’ye izin verdiler.

Urve Hz.Peygamber (s.a.s)in yanına geldi ve oturdu:
- Ya Muhammed! Bir kısım insanları toplamış, yanımıza kadar getirmişsin. Biz ise bir çok kabileyi de yanımıza almış bulunuyoruz. Seninle Kabe’nin arasında ölmedikçe seni oraya bırakmamak üzere and içtik. 
- Ey Urve! Allah için söyle! Şu kurbanlık develerin kurban edilmelerine ve Allah’ın (c.c) evini ziyarete engel olunur mu? Biz çarpışmak için gelmedik. Fakat Kabe’yi ziyaret etmek ve develerimizi kurban etmek için gelmiş bulunuyoruz. Sen, benim de yakınlarım olan kavmine haber verir misin ki, gerçekten harpte onlar için bir hayır yoktur. Zaten savaşlar onları zayıflatmış durumdadır. Kendileri, aramızda anlaşma süresi belirlesinler. Benimle Kabe’nin arasından çekilsinler. Niyetlenmiş olduğumuz ziyaretimizi yapalım ve kurbanlarımızı keselim. Bir de benimle diğer halkların arasından çekilsinler. Eğer o halklar beni yenerlerse, kendilerinin istedikleri yerine gelmiş olur. Eğer Allah (c.c) beni onlara galip eylerse, o zaman iki şeyden birini seçerler: ya hazırlanmış olarak benimle çarpışırlar ya da hep birden bana katılırlar. Aksi taktirde, İslam yeryüzüne yayılıncaya ya da başım gövdemden ayrılıncaya kadar onlarla çarpışacağım.

Urve, görüşmeden sonra Müslümanları bir süre inceledi. Sonra hayvanına bindi ve Kureyşlilerin yanına döndü:
- Ey kavmim! Ben vaktiyle bir çok hükümdarın huzurunda elçi olarak bulundum. Vallahi, bunlardan hiç birinin adamlarının, Müslümanların Muhammed’e gösterdikleri gibi saygı gösterdiklerini görmedim. 
İyi bilirsiniz ki; siz, isterseniz Ona karşı kılıçlarınıza el atabilirsiniz. Fakat öyle bir topluluk gördüm ki, ne yapılırsa yapılsın, Onu koruyacaklar ve Ona bir zarar gelmesine imkan vermeyeceklerdir. Muhammed, size barış ve iyilik yoluyla anlaşma teklif etmiş bulunuyor. Bunu hemen kabul ediniz. Adamcağız, Allah’ın evini ziyaret için gelmiştir. Yanındaki develeri kurban edecek ve dönecektir.
- Sen bir daha böyle konuşma! Eğer bunları senden başkası söylemiş olsaydı, mutlaka onu rezil ederdik. Biz onu ziyaretten alıkoyacağız.

Hz.Peygamberin (s.a.s) Mekke’ye Elçiler Göndermesi
Bu arada, Hz.Peygamber (s.a.s), Hıraş’ı (r.a) elçi olarak Kureyşlilere gönderdi. Fakat Hıraş (r.a) müşriklerin elinden zor kurtuldu. Bunun üzerine Hz.Peygamber (s.a.s), Hz.Osman’ı (r.a) elçi olarak Kureyşlilere gönderdi. Hz.Osman’ın (r.a) Kureyş içinde akrabaları çoktu ve saygı duyulan birisiydi. Hz.Osman’ı (r.a) Mekke’de akrabaları karşıladılar. Kureyş’in ileri gelenleriyle konuştu ve tekliflerini iletti. Fakat hepsi de, 
- Muhammed hiçbir zaman Mekke’ye girmeyecektir!
diyerek Hz.Osman’ın (r.a)tekliflerini reddettiler. Geriye dönmesine de izin vermediler.

Rıdvan Sözleşmesi
Kureyş’e elçi olarak gönderilen Hz.Osman’ın (r.a) Mekke’de bir süre tutulduktan sonra öldürüldüğü haberi Müslümanlara ulaştı. 

Ümmü Umare anlatıyor:
Resulullah (s.a.s) bulunduğumuz yere geldi. O sırada Hz.Osman’ın (r.a) öldürüldüğü haberi kendisine ulaşmış bulunuyordu. Resulullah (s.a.s) yanımıza oturdu:
- Yüce Allah sözleşme(bey’at) yapılmasını emretti.
buyurdu. Müslümanlar sözleşme yapmak için çağırıldılar. Resulullah (s.a.s) ağacın altında oturuyor, Müslümanlar da akın akın Ona doğru geliyorlardı. Bir süre sonra Müslümanlar Resulullah’ın (s.a.s) çevresini sarmış bulunuyorlardı. İlk olarak Sinan elini Resulullah (s.a.s)’a uzattı ve,
- Allah sana zafer ve fetih nasib edinceye kadar Senin önünde kılıç sallamak ya da ölmek üzerine
diyerek söz verdi. Diğer Müslümanlar da Sinan’ın sözü üzerine söz verdiler.

Bu sözleşmeden Kur’an’ı Kerim’de şu şekilde bahsedilmektedir:

(Rasûlüm!) Sana (samîmiyetle) biat edenler (ölünceye kadar sana bağlılığa ve İslâm uğrunda savaşmaya söz verenler)1 ancak Allah'a biat etmiş olurlar. Allah'ın (kudret) eli onların ellerinin üstündedir. Artık kim (bu bağlılığı) bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a söz verdiği şeyi yerine getirirse, O da ona büyük bir mükâfât verecektir. [bkz. 4/80]
48/10

Hudeybiye Anlaşması
Müslümanların ağaç altında Hz.Peygamberle (s.a.s) sözleştikleri ve savaşmak için hazırlandıkları sırada Kureyş elçileri de Hudeybiye’ye gelmiş bulunuyorlardı. Durumu gözleriyle görünce aceleyle Mekke’ye döndüler. Gördüklerini Kureyşlilere anlattılar. Durumun ciddiyetini anlayan Kureyşliler barış yapma kararı aldılar ve Süheyl başkanlığında bir heyeti barış yapmak üzere Hudeybiye’ye gönderdiler.

Görüşmelerden sonra anlaşmaya varıldı. Sıra anlaşmanın yazılmasına gelmişti. Hz.Peygamber (s.a.s), anlaşmanın yazıya geçirilmesi görevini Hz.Ali (r.a)’ye verdi:
- Yaz! Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla! (Bismillahirrahmanirrahim)
Süheyl Hz.Ali’nin (r.a) elini tuttu:
- Biz, bu sözleri bilmiyoruz! Bunun yazılmasını da kabul etmeyiz! 
- Öyle ise ne yazalım?
- Eskiden senin de yazılarının başında kullanmış olduğun, bizim de kullandığımız “Allah’ın adıyla!” (Bismikallahümme!) yaz!
Süheyl ve arkadaşlarının besmeleye itiraz etmeleri Müslümanların canlarını sıkmıştı. 
- Vallahi, biz Bismillahirrahmanirrahim’den başkasını yazmayız, yazdırmayız!
- Öyle ise ben de hiçbir şey üzerinde barış yapmam, işi de olduğu yerde bırakırım!
Hz.Peygamber (s.a.s):
- Bismikallahümme de güzeldir! Haydi, Ali yaz!
buyurdu. Hz.Ali (r.a) de öyle yazdı. Sonra Hz.Peygamber (s.a.s) yazdırmaya devam etti:
- Bu, Allah’ın Peygamberi Muhammed’in, Süheyl bin Amr ile üzerinde anlaşıp, taraflarca karşılıklı olarak yerine getirileceği anlaşma maddeleridir.
Süheyl yine Hz.Ali (r.a)’nin (r.a) elini tuttu:
- Vallahi, biz gerçekten Allah’ın Peygamberi olduğunu kabul etmiş olsaydık, Seni Kabe’yi ziyaretten alıkoymaz ve seninle çarpışmaya kalkmazdık. En iyisi sen, anlaşmaya bizim bildiğimiz şeyi yaz?
- Yani nasıl yazalım?
- Abdullah oğlu Muhammed yaz!
- Bu da güzeldir. Öyle yazınız! Ben hem Abdullah’ın oğluyum, hem de Allah’ın peygamberiyim. Siz beni yalanlamış olsanız bile... Ya Ali, sil onu!
Müslümanlar kendilerini tutamadılar, öncekinden daha çok seslerini yükselttiler. Bazıları ayağa kalkarak,
- Biz de Allah’ın Peygamberinden başkasını yazdırmayız! 
dediler. Üseyd bin Hudayr (r.a) ve Sa’d bin Ubade (r.a) Hz. Ali’nin (r.a) eline sarıldılar:
- Sen Allah’ın Peygamberinden başkasını yazma! Aksi halde aramızı ancak kılıç halleder! Biz ne diye bu hakareti kabul ediyoruz?
Hz.Peygamber (s.a.s) eliyle susmalarını işaret etti, sustular. Fakat Hz.Ali (r.a) de, “Allah’ın peygamberi” anlamına gelen kelimeleri silmeyi kabul etmiyordu.
- Hayır! Vallahi, ben Allah’ın Peygamberi kelimelerini silemem!
Bunun üzerine Hz.Peygamber (s.a.s), kendisine silinecek kelimelerin gösterilmesini istedi. Gösterilen kelimeleri kendisi eliyle sildi. Onların yerine Abdullah oğlu Muhammed yazdırdı. Anlaşmaya göre:
? Müslümanlarla Mekkeliler, 10 yıl süreyle barış yapacaklar, 
? Müslümanlar, o yıl Kabe’yi ziyaret etmeden dönüp gidecekler; ertesi yıl yanlarında sadece kılıçları olduğu halde Mekke’ye gelecekler ve 3 gün Mekke’de kalarak Kabe’yi ziyaret edecekler, 
? Mekke’den Müslümanlara katılanlar geri iade edilecek ama Müslümanlardan Müşriklere dönmek isteyenler geri iade edilmeyeceklerdi.
Müslümanlar özellikle son kısımda belirtilen eşitsizliğe şaşırmışlardı. 

Hz.Ömer (r.a):
- Ya Resulallah! (s.a.s) Bu şartı da kabul edecek misin?
diye sordu. Hz.Peygamber (s.a.s) gülümsedi:
- Evet! Bizden onlara gidecek olanları, Allah bize uzak etsin! Onların yanından bize gelip geri çevireceğimiz kimselere gelince, Allah, kendilerini biliyor. Onlar için de elbette bir genişlik ve bir çıkar yol yaratacaktır!

Süheyl’in Oğlu Ebu Cendel’in Geri Verilişi
Anlaşma maddelerinin yazılması bitmek üzereydi ki, Mekke heyetinin başında bulunan Süheyl’in oğlu Ebu Cendel, ayağında zincirlerle çıka geldi. Müslüman olmuş, bu yüzden de zincire vurulmuş fakat kaçmayı başararak Müslümanlara sığınmak için gelmişti. Süheyl oğlunun geldiğini görünce, hemen ona doğru koştu. Elindeki ağaç dalını yüzüne çarptı. Sonra da Hz.Peygamber (s.a.s)e dönerek,
- İşte ey Muhammed! Anlaşma gereğince geri çevireceğin kişilerin ilki!
- Biz barış anlaşmasını henüz imzalamadık!
- Aramızdaki anlaşma maddeleri, kararlaşırılmış ve tamamlanmıştır.
- Onu benim için anlaşma maddelerinin dışında tut!
- Onu asla anlaşma dışında tutmam ve sana bırakmam!
Süheyl, oğlu Ebu Cendel’i çeke çeke Kureyşlilerin yanına götürdü. Götürülürken Ebu Cendel,
- Ey Müslüman topluluğu! Müslüman olarak yanınıza geldiğim halde, beni müşriklere geri mi veriyorsunuz? Uğradığım işkenceleri görmüyor musunuz? Bana işkence yapsınlar, dinimden döndürsünler diye mi geri çeviriyorsunuz?
diye feryad ediyordu. Müslümanlardan bazıları bu sözlere dayanamayarak ağlamaya başladılar. Hz.Peygamber (s.a.s) Ebu Cendel’in yanına geldi:
- Ey Ebu Cendel! Şu kavminle aramızda anlaşma imzalandı. Biraz daha sabret ve karşılığını Allah’tan iste! Hiç şüphesiz, Allah senin ve senin için durumunda bulunan zayıf Müslümanlar için bir genişlik ve çıkar yol yaratacaktır! 
Hz.Peygamber (s.a.s), Süheyl’e bir kere daha oğlunu bağışlaması için ricada bulunduysa da olumlu cevap alamadı. Fakat Sühehl’in yanında bulunan heyet üyelerinden bazıları, Ebu Cendel’e işkence yapılmayacağına dair Hz.Peygamber (s.a.s)e söz verdiler. Heyet Mekke’ye geri döndü.

Müslümanların Üzüntüsü
Anlaşma tamamlanmış ve Kureyş heyeti Mekke’ye geri dönmüştü. Fakat Müslümanların kampında büyük bir sessizlik hakimdi. Başlar öne eğilmişti. Bu kadar yolu gelmelerine rağmen Kabe’yi ziyaret edememiş olmaktan ve yapılan anlaşmadaki eşitsizliklerden dolayı hayal kırıklığı yaşıyorlardı.

Hz.Ömer (r.a) dayanamayarak ayağa kalktı ve Hz.Peygamber (s.a.s)in yanına gitti:
- Sen Allah’ın peygamberi değil misin?
- Evet!
- O halde neden dinimizin şerefini bu kadar düşürüyoruz?
- Ben Allah’ın peygamberiyim ve Ona karşı gelemem. O bana zafer verecek.
- Fakat Sen bize Kabe’ye gidip onu tavaf edeceğimizi söylememiş miydin?
- Evet! Fakat bu yıl gideceğinizi söylemiş miydim?
- Hayır.
- Muhakkak Kabe’ye gideceksiniz ve onu tavaf edeceksiniz.

Hz.Ömer (r.a), kendisine hakim olamıyordu. Soluğu Hz.Ebubekir’in (r.a) yanında aldı. Aynı soruları ona da sordu. Hz.Peygamberin (s.a.s) söylediği cevapları duymamış olmasına rağmen o da aynı cevapları verdi.

Kurbanların Kesilişi
Hz.Peygamber (s.a.s) ayağa kalktı ve halka seslendi:
- Ey Müslümanlar! Kalkın kurbanlarınızı kesin ve saçlarınızı tıraş edin!
Fakat Müslümanların hiç biri yerinden kımıldamadı. Hz.Peygamber (s.a.s), emri bir kez daha tekrarladı fakat yine kimse yerinden kımıldamadı. Üçüncü kere emir tekrarlandı ama yerinden kalkan olmadı. Hz.Peygamber (s.a.s) dönüp, hanımı Ümmü Seleme’nin yanına geldi:
- Ya Resulallah! (s.a.s) Neyin var?
- Ya Ümmü Seleme! Halkın bu hali nedir? Şaşılacak şey doğrusu! Onlara kurbanlarını kesmelerini tekrar tekrar söylüyorum. Sözlerimi duyuyorlar, yüzüme bakıyorlar ama içlerinden hiç biri emrimi yerine getirmiyor? 
- Ya Resulallah! (s.a.s) Bu hal, halka her nasılsa gelmiş bulunuyor. Sen hemen git, kurbanlık develerini kes ve tıraş ol! Kimseye de bir şey söyleme! Sen böyle yaparsan, halk da sana uyar.
Hz.Peygamber (s.a.s), “Bismillah, Allahu Ekber!” diyerek develerini kurban etti. Müslümanlar, Hz.Peygamber (s.a.s)in kurbanını kestiğini görünce, hepsi birden kurbanlarını kesmeye başladılar.

Ümmü Seleme der ki:
- Kurbanlıklara doğru öyle yığıldılar ki, birbirlerini ezmelerinden korktum.

Bereket
Ardından Medine’ye doğru yola çıkıldı. Usfan’da konaklandığı zaman, yol azıkları tükenmiş, açlık son haddine varmıştı. Müslümanlardan bazıları, durumu Hz.Peygambere (s.a.s) bildirdiler:
- Biz artık açlığa dayanamaz hale geldik. İzin verirsen bindiğimiz develerden bazılarını keselim.
Hz.Peygamber (s.a.s) develeri kesmeleri için izin verdi. Bunu haber alan Hz. Ömer (r.a), koşarak Hz.Peygamberin (s.a.s) yanına geldi:
- Ya Resulallah! (s.a.s) Binilen develerin kesilmesine müsaade etme! Bunun yerine insanlar kalan yiyeceklerini getirsinler. Sonra onların bereketlenmeleri için dua et!

Hz.Perygamber, deri bir sofra getirilmesini emretti. Ardından, herkesin kalan yiyeceklerini getirip sofranın üzerine yaymaları emredildi.

Ebu Şurayh der ki:
- Kimilerinin bir tek hurma, kimilerinin bir avuç un getirdiğini gördüm. Kimileri ise hiçbir şey getiremediler. Toplananlar azıcık bir şeydi. Getirilecek bir şey kalmayınca, Resulullah (s.a.s), yürüyerek örtünün yanına vardı ve bereket duasında bulundu. Sonra “Kaplarınızı getirin!” buyurdu. Herkes kaplarını alıp yanaştı. Birisi gelip toplanan yiyeceklerden istediği kadar alıyor; sonra bir başkası yanaşıyor, taşıyacak başka kap bulamayıncaya kadar yiyeceklerden alıyordu. Sonunda, Resulullah (s.a.s), hareket için emir verdi.

Apaçık Bir Fetih
Hz.Ömer (r.a) anlatıyor:
Hudeybiye’den dönerken, Resulullah’ın (s.a.s) yanında gidiyordum. Kendisine bir şey sordum, bana cevap vermedi. Tekrar sordum, yine cevap vermedi. Üçüncü kere sordum, yine cevap vermedi. Kendi kendime,
- Ey Hattab’ın oğlu Ömer! Anan seni kaybetsin de yok olasın! Bak, Resulullah’a (s.a.s) üç kere soru sordun, üçünde de sana cevap vermedi. Sen hakkında Kur’an ayeti inmesini hak ettin!
dedim. Korkarak devemi sürdüm ve kafilenin en önüne geçtim. Yakın-uzak her şey beni sıkıyor, bunaltıyordu. Bu yüzden kafilenin en önünde üzüntülü bir vaziyette gidiyordum. Çok geçmedi, birisinin seslendiğini duydum. Habercinin bana seslendiğini duyunca, kendi kendime,
- Ben zaten hakkımda ayet ineceğinden korkuyordum! 
dedim. Kalbime ne kadar korku düştüğünü Allah (c.c) çok daha iyi biliyor. Resulullah’ın (s.a.s) huzuruna vardım. Kendisine selam verdim. O da selamıma karşılık verdi. Çok sevinçliydi:
- Ey Ömer! Bana bu gece bir sure indi ki, üstüne güneş doğan her şeyden, benim için daha sevgilidir!
buyurduktan sonra Fetih suresini okumaya başladı:
(Rasûlüm!) Biz, sana apaçık bir fetih (ve zafer yolu) açtık. [bkz. 90/1-2] 
48/1
Bu söz vermeye 'Rıdvan biatı' denilir ki, hicretin 6. yılında, Hudeybiye'de, 1400 sahâbe ile yapılmıştır.

(Bu) senin (zelle olan) günahından, geçmiş ve gelecek olanı Allah'ın bağışlaması, sana nîmetini tamamlaması ve seni (böylece) doğru bir yola iletmesi ve yine Allah'ın sana şanlı bir zaferle yardım etmesi içindir.
48/2-3
Rasûlullah (s.a.v.) hicrî altıncı yılın Zilhicce ayında Hudeybiye'den dönmüş ve Muharrem'in ilk haftasında Hudeybiye ashâbı ile birlikte Hayber'i fethetmişti.

Sahabelerin arasında bulunan adamlardan birisi, 
- Kabe’yi ziyaretten alıkonulmuşuz. Kurbanlarımızı Mekke’de kesmemiz engellenmiş. Müslüman olarak bize sığınan iki kişiyi de Resulullah (s.a.s) onlara geri çevirmiş. Bu ne biçim bir fetih!
diyerek söylendi. Onun bu sözleri Hz.Peygambere (s.a.s) haber verilince, 
- Bu ne kötü bir söz! Evet, O büyük bir fetihtir! Müşrikler, sizin kendi topraklarına gelip gitmenize ve işlerinizi görmenize razı olmuşlardır. Onlar, şimdiye kadar hoşlanmadıkları şeyi’i (İslam’ı) de böylece sizden görerek öğreneceklerdir. Allah sizi onlara muzaffer kılacak, gittiğiniz yerlerden sizi sağ salim ve kazançlı olarak geri döndürecektir. Bu ise fetihlerin en büyüğüdür.

Müslümanlar Medine’ye ulaştıklarında, ayrılmalarının üzerinden bir ay geçmiş bulunuyordu.

Hudeybiye Anlaşmasındaki Eşitsizliğin Giderilmesi
Müslüman olduğu için Mekke’de esir tutulanlardan birisi de Ebu Basir’di (r.a). Müslümanların Hudeybiye’den Medine’ye gelmelerinden sonra, Mekke’den kaçmayı başardı ve yaya olarak Medine’ye geldi. Bunun üzerine Mekkeliler, Hz.Peygambere (s.a.s) anlaşma maddelerini hatırlatan ve Ebu Basir’in (r.a) kendilerine iadesini isteyen bir yazı yazdılar. Yazıyı taşıyan elçi, Ebu Basir’den (r.a) üç gün sonra Medine’ye ulaştı. Mektup Hz.Peygamber (s.a.s)e okununca Ebu Basir’i (r.a) yanına çağırdı:
- Ey Ebu Basir! Biliyorsun ki, Kureyş ile bir anlaşma yaptık ve onlara bir söz verdik. Dinimize göre, verdiğimiz sözde durmamak bize yakışmaz. Haydi, kavminin yanına dön!
- Ya Resulallah! (s.a.s) Bana işkence yapsınlar ve dinimden döndürsünler diye mi beni müşriklere geri çeviriyorsun!
- Ey Ebu Basir! Git diyorum sana! Hiç şüphe yok ki, Allah senin için ve seninle birlikte bulunan Müslümanlar için bir genişlik ve çıkış yolu yaratacaktır.
Ebu Basir, Mekke’den gelen elçi ve yanındaki adamına teslim edildi. Ebu Basir (r.a) giderken Müslümanlar, yanında yürüyorlar, 
- Ey Ebu Basir! (r.a) Müjde! Hiç şüphesiz Allah, senin için bir çıkar yol yaratacaktır. Git işini gör! Git işini gör! 
diyorlar, sanki ona, yanındakilerin icabına bakmasını ima ediyorlardı. Zülhuleyfe denen yere geldiklerinde öğlen olmuştu. Ebu Basir, (r.a) bir fırsatını bulup elçiyi öldürdü. Elçinin yanındaki köle de korkuya kapılıp Medine’ye doğru kaçmaya başladı. Hz.Peygamber (s.a.s), ikindiden sonra, sahabeleriyle oturuyordu ki, köle mescide girdi, Hz.Peygamberin (s.a.s) yanına geldi.
- Ne oldu sana!
- Adamınız, sahibimi öldürdü. Ben de elinden zor kurtuldum.
Bu sırada Ebu Basir (r.a) de çıka geldi. Hz.Peygamberin (s.a.s) yanın geldi:
- Ya Resulallah! (s.a.s) Vallahi, Sen anlaşmadan dolayı üzerine düşeni yerine getirdin. Ama ben de işkenceye tutulup dinimden döndürülmekten dinimi korudum. Allah, (c.c) beni onların elinden kurtardı. 
- Haydi, nereye istersen oraya git!
Bunun üzerine Ebu Basir, (r.a) deniz kenarında bulunan ve Şam kervanlarının yolu üzerinde olan İs adlı vadiye gitti. Zaman içinde, Mekke’den kaçmayı başaran bir çok Müslüman da birer birer Ebu Basir’e (r.a) katıldılar. Sayıları önce 70’i, bir süre sonra da çevre kabilelerden katılanlarla 300’ü buldu. Şam’a gitmekte olan Kureyş kervanlarına saldırıyor, mallarına el koyuyor, kervandakileri de öldürüyorlardı. Kureyş bu durumdan iyice rahatsız olmuş durumdaydı. Sonunda Hz.Peygambere (s.a.s) bir mektupla ricada bulundular. Mektupta şunlar yazıyordu:
- Allah (c.c) ve akrabalık aşkına! Sen onlara haber gönder ki, bundan böyle, her kim, Medine’ye Senin yanına gelirse, o emniyettedir. Onunun için Mekke’ye geri çevrilme zorunluluğu yoktur. Biz anlaşmadaki o şarttan vazgeçtik. Mekke’den Muhammed’in yanına gelen kimse geri çevrilmeyecektir.
Bunun üzerine Hz.Peygamber (s.a.s), Ebu Basir (r.a) ve arkadaşlarına, Kureyşliler’in kervanlarına dokunmamaları için bir mektup yazdı. Mektup, Ebu Basir’e (r.a) ulaştığında ölüm döşeğindeydi. Müslümanlar onun cenaze namazını kıldılar ve kendisini oraya gömdüler. Ardından da bir kısmı ailelerinin yanına bir kısmı da Medine’ye döndüler. Medine’ye gelen Müslümanların sayısı 70 kadardı.

<<<Öceki Sayfa            Sonraki Sayfa>>>

Kaynaklar : Peygamberler Tarihi – M.Asım Köksal
Hz.Muhammed’in Hayatı – Martin Lings
Feyzü’l Furkan – Hasan Tahsin Feyizli