SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED (S.A.S)

UHUD SAVAŞI
Bedir savaşında müşrikler çok sayıda kayıp vermişler; kalanların bir kısmı kaçarak, bir kısmı da esirliklerinden fidye vererek kurtularak Mekke’ye dönmeyi başarmışlardı. Fakat bu durum Mekkeli müşriklere çok ağır geliyordu. Bedir yenilgisinin öcünü almak için hemen savaş hazırlıklarına başlandı.
Müslümanların ele geçirmesinden son anda kurtulan ticaret kervanının malları satıldı. Hissedarlara yalnız sermayeleri verildi. Elli bin dinarlık kazanç ise ordu hazırlanması için ayrıldı. Mekke dışından Sakif, Kinane ve daha başka kabileler de Müslümanlara karşı savaşmak üzere ikna edildi. Çok geçmeden ordu hazır hale geldi. Orduda 3000 asker ve deve ve 200 at bulunmaktaydı. Hazırlanan ordu Medine’ye doğru yola çıktı ve Uhud’a gelip karargah kuruldu.
***
Strateji Belirleme
Hz.Peygamber (s.a.s) gece bir rüya gördü. Sabah olunca da yanına gelen Müslümanlara anlattı:
- Ben bir rüya gördüm ve hayra yordum. Kendimi sağlam bir zırh içinde gördüm. Sonra kılıcımın ağzında bir gedik açıldığını gördüm. Sonra da boğazlanmış bir sığır gördüm.
- Ya Resulallah! Bunları ne şekilde yorumladın?
- Sağlam zırh giymek, Medine’de kalarak savaşmaya işarettir. Kılıcımın ağzında bir gedik açılması, bir zarara uğrayacağıma işarettir. Boğazlanmış sığır ise ashabımın şehid düşmelerine işarettir.
Hz.Peygamber (s.a.s), durumu değerlendirmek için Mekkeli ve Medineli Müslümanların ileri gelenlerini toplantıya çağırdı. Toplantıya Medineli münafıkların (inanmadığı halde inanıyormuş gibi görünenler) reisi Abdullah bin Übey de katılmıştı. Hz.Peygamber (s.a.s), biraz da görmüş olduğu rüyadan dolayı, Kureyşli Müşriklerle Medine dışında savaşmayı uygun görmüyordu. Toplantıya katılanlardan görüşlerini açıklamalarını istedi. Abdullah bin Übey, Hz.Peygamber (s.a.s) ile aynı görüşteydi:
- Ya Resulallah! (s.a.s) Medine’de dur, sakın onlara karşı çıkma! Çünkü, biz ne zaman, Medine’den düşmanımıza karşı çıkmışsak, muhakkak musibet ve mahrumiyete uğramışızdır. Tersine ne zaman, düşmanımız Medine’ye gelerek bizimle savaşmışsa, muhakkak yenilgiye uğramışızdır. Ya Resulallah! Sen onları kendi hallerine bırak. Eğer oldukları yerde kalır, üzerimize gelmezlerse, kendileri için çok kötü ve zararlı bir yerde kalmış olurlar. Eğer üzerimize gelecek olurlarsa, erkekler onlarla yüz yüze savaşırlar. Kadın ve çocuklar da, damlardan üzerlerine taş yağdırırlar.
Medinelilerin ve Kureyş’in büyüklerinin çoğunun da görüşü bu yöndeydi. Hz.Peygamber (s.a.s):
- O halde Kureyş müşriklerini, Medine’de bekleyiniz. Kadınlarla çocukları da yüksek evlerde bulundurunuz. Kureyşliler, Medine’ye gelip bize saldırırlarsa, biz de dar yerlerde sıkıştırıp onlarla savaşırız. Dar yerlerde savaşma yöntemlerini biz onlardan daha iyi biliriz. Onları yüksek yerlerden ok ve taşa tutarsınız!
buyurdu.
Fakat Bedir savaşında bulunamamış ve şehid olmayı arzulayan daha genç Müslümanlardan bir kısmı ise Medine dışında savaşmayı arzuluyorlardı:
- Ya Resulallah! (s.a.s) Onlar biz Müslüman olmadan önce bile, Medine’de üzerimize yürümelerine meydan ve imkan vermemiştik. İslamiyet devrinde buna nasıl izin verilir!
diye itirazda bulundular. Hz.Hamza (r.a), Sa’d bin Ubade (r.a) gibi sahabenin ileri gelenlerinden bazıları da onları desteklediler.
Malik bin Sinan (r.a) :
- Ya Resulullah! (s.a.s) Biz vallahi iki iyilik arasında bulunuyoruz. Bu iyiliklerden birisi: Allah (c.c) bizi onlara galip kılarsa, onları rezil etmiş ve alçaltmış olur. Bizim için de bir genişlik olur. İyiliklerin ikincisi de, yüce Allah’ın (c.c) bize şehidlik nasip etmesidir. Vallahi, ya Rasulullah (s.a.s) ! Bence bu ikisinden hangisi olursa olsun, onda hayır vardır!
Hz.Hamza (r.a) :
- Sana kitap indirmiş olan Allah’a (c.c) yemin ederim ki, rüyanda boğazlandığını gördüğün sığırın temsil ettiği kimselerden biri de benim! Bizi Cennet’ten mahrum etme!
İyas bin Evs (r.a) :
- Ya Resulallah! Kureyş müşriklerinin kavimlerinin yanına dönüp, “Muhammed’i (s.a.s) Medine’de kaleler ve evlerinde kuşattık!” demelerini hoş görmem! Hem bu onların cesaretini de artırır. Biz onları karşılayıp kovmazsak, bütün hurmalıklarımızı çiğnerler, ekinlerimizi mahvederler...
Haysemi (r.a) :
- Ya Resulallah! (s.a.s) Kureyşliler, çöl araplarından toplayabildiklerini topladılar. Develerine ve atlarına binip meydanlarımıza indiler...Biz onları karşılayıp kovmayacak olursa, çevremizdeki Araplar da bize göz dikecek ve üzerimize atılacaklardır. Yüce Allah’ın (c.c) bizi galip kılması umulur. Eğer ikincisi olursa, Bedir beni ondan uzaklaştırdı ve mahrum etti. Halbuki, ben onu o kadar özlemiştim ki! Benim, Bedir savaşına çıkmak istediğimi duyunca oğlum benimle kura çekişti. Kura ona çıktı ve şehidlikle o nasiplendi. Dün gece rüyamda oğlumu güzel bir surette gördüm: Cennet meyvaları ve ırmakları arasında dolaşıyordu ve bana “Cennet’te arkadaşlığa katıl! Ben Rabbimin bana vaad ettiğini gerçek buldum!” diyordu. Vallahi, ya Resulallah! (s.a.s) Yaşım çok ilerledi. Kemiklerim inceldi ve zayıfladı. Rabbime kavuşmayı özlemekteyim. Beni, Cennette oğlumun arkadaşlıyla nasiplendirmesi için Allah’a (c.c) dua et!
Hz.Peygamber (s.a.s) de Haysemi’nin (r.a) dileğini yerine getirdi.
Savaş İçin Hazırlıklar
Cuma günü, Cuma namazını kıldıktan sonra, Müslümanlara vaaz etti. Cihadı anlattı. Düşman karşısında güçlüklere göğüs gerenlerin, Allah’ın yardımına kavuşacağını haber verdi.
O gün ikindi namazını da kıldırdı. Halk hazırlanmış, kadınlar kalelere yerleştirilmişlerdi. Hz.Peygamber (s.a.s), onları görünce evine girdi. Hz.Ebubekir (r.a) ve Hz.Ömer (r.a) de Onunla birlikte girdiler ve zırhını giymesine yardım ettiler.
Sa’d bin Muaz (r.a) ve Üseyid bin Hudayr (r.a), halkın saf saf hazırlanmış Hz.Peygamberin (s.a.s) çıkmasını beklediklerini görünce:
- Medine’den çıkmak istemediği halde, siz, çıkması için Rasulallah’a (s.a.s) ısrar edip durdunuz. Halbuki, emir ona gökten gelir. Siz bu işi ona bırakın. Onun emrettiğini yapın!
dedilerse de Hz.Peygamber (s.a.s), zırhını giymiş, silahlarını kuşanmış olduğu halde evinden çıkınca, Medine dışında savaşmak için ısrar edenlerin pişman oldular:
- Ya Rasulullah! (s.a.s) Senin hoşlanmadığın şeyi bezim istememiz yakışmaz! Eğer Medine’de kalmak istiyorsan, Medine’de kal! Sen nasıl istersen öyle yap!
dediler. Hz.Peygamber (s.a.s):
- Bir peygamberin, zırhını giydikten sonra, düşmanla çarpışmadan ve Allah (c.c), onunla düşmanları arasında hükmünü vermeden, zırhını sırtından çıkarması yakışmaz! Ben size ne emredersem, onu yapmaya bakın! Haydi, Allah’ın (c.c) adını anarak gidin! Sabrettiğiniz taktirde, Allah’ın (c.c) yardımı sizin içindir!
buyurdu. Atının üzerine bindi. 950-1000 kişi civarında bir kuvvetle yola çıktı. Biraz ilerledikten sonra 600 kişiye yakın, çoğunluğunu okçuların oluşturduğu bir topluluk gördü:
- Kim bunlar?
- Abdullah bin Übey’in Yahudi müttefikleri...
- Müslüman olmuşlar mı?
- Hayır, ya Resulallah! (s.a.s)
- Onlara gidip söyleyin, geri dönsünler! Biz müşriklere karşı müşriklerin yardımını istemeyiz.
Ordu Uhud’a doğru ilerleyip, köprünün bulunduğu yere kadar geldi. Müslümanlarla müşrikler artık birbirlerini iyice görebiliyorlardı. Kureyş ordusunun başkomutanı Ebu Süfyan, Medineli Müslümanlara elçi gönderdi:
- Ey Evs ve Hazreç kabileleri! Siz bizimle amca oğlumuz arasından çıkın! Bizi onunla baş başa bırakın! Böyle yaparsanız sizinle çarpışmayacak, geri dönüp gideceğiz.
Fakat Medineli Müslümanlar, Ebu Süfyan’ın teklifini sert bir dille redettiler. Bu sırada münafıkların lideri Abdullah bin Übey, “O, gençlerin sözünü dinledi de benim sözümü dinlemedi. Ey ahali, biz ne diye kendimizi öldürteceğiz, bir türlü anlamadık!” diyerek kavminden bir kısmını ve münafıkları yanına alarak Medine’ye geri döndü. Savaş meydanından ayrılanların sayısı 300 kişiyi buluyordu. Böylece Uhud’da savaşan Müslümanların sayısı 650-700 kişiye düşmüş oldu.
Hz.Peygamber (s.a.s), ordusuna savaş düzeni aldırdı. Bu arada stratejik önemi bulunan Ayneyn tepesine de 50 okçu gönderdi ve onlara görevlerini bildirdi:
- Göreviniz, bize yönelecek atlıları oka tutup, arkamızdan dolanmalarını önlemektir. Düşmanı yendiğimizi görseniz bile sakın yerinizden ayrılmayın!
Savaş’ın Başlaması ve Müşriklerin Yenilmeye Başlaması
Sonra Müslümanlara hitap etti ve onları cihada, sabra ve gayretli olmaya teşvik etti. Savaş teke tek çarpışmalarla başladı. Ardından çarpışmalar şiddetlendi. Özellikle sancaktarlarının peş peşe öldürülmesi müşrikleri sarstı. Halid bin Velid’in atlılarla yaptığı hücumlar da tepenin üzerine yerleştirilen Müslüman okçular tarafından geri püskürtüldü. Çok geçmeden müşrik ordusu dağılmaya başlanmıştı. Sayıca ve kuvvetçe kat kat üstün olan müşrikler korkuya kapılmış, mücahidlerin önünde kaçıyorlardı.
Müşrik ordusunun dağıldığını gören okçular birbirlerine,
- Ne duruyorsunuz? Allah düşmanı bozguna uğrattı. Kardeşleriniz ganimet toplamaya koyuldular. Siz de ganimet toplayın!
dediler. Bazıları ise,
- Siz Resulullah (s.a.s)ın, “Bizi arkadan koruyunuz, yerinizden ayrılmayınız! Öldürüldüğümüzü görseniz de yardımımıza koşmayınız! Ganimet topladığımızı görseniz de bize katılmayınız!” buyurduğunu bilmiyor musunuz?
diye karşı çıktılar. Komutanları Abdullah bin Cübeyr (r.a) de bunların arsındaydı. Fakat okçuların çoğu aşağıya inmekten vazgeçmediler. Tepede Abdullah bin Cübeyr ile 10 kadar okçudan başka kimse kalmadı.
Zaferin Yenilgiye Dönüşmesi
Müşrik ordusunun atlı birliklerinin komutanı Halid bin Velid, dağda okçuların azaldığını, Müslümanların ganimet toplamakla meşgul olduklarını görünce atlıları hücuma geçirdi. Tepede kalan okçuları şehid edip, Müslümanlara arkalarından saldırdı. Bu durumu gören müşrik ordusu da toparlanarak yeniden Müslümanların üzerine yürüdü.
Müşriklerin ileri gelenlerinden Dırar bin Hattab o günü şöyle anlatıyor:
Biz, Uhud’a çıkıp geldiğimiz zaman,
- “Eğer onlar kalelerinde otururlarsa, onları yenmeye yol bulamayız. Bir süre oturur, sonra dönüp geliriz. Eğer kalelerinden çıkıp yanımıza gelirlerse, onları yeneriz. Çünkü sayımız onlarınkinden çoktur. Hem biz öç almak için yanıp tutuşuyoruz. Bedir’de öldürülenleri hatırlatan kadınlar da bizimle gelmiş bulunuyorlar. Bizim yanımızda atlar var, onların atları yok. Bizim silahlarımız da onlarınkinden çok”
dedim. Nihayet onlar gelip bizimle karşılaştılar. Vallahi, onlarla çarpışmaya kalkışmamızla, bozulup dağılmamız bir oldu! Kendi kendime,
- Bu Bedir’den de büyük bir yenilgi!
dedim. Halid bin Velid’e ,
- Müslümanlara saldırsana!
dedikçe, o bana bunun zor ve faydasız olduğunu söylüyordu. Bir ara, üzerinde okçular bulunan dağı bomboş görünce, Halid bin Velid’e:
- Ebu Süleyman! Arkanı dön de bir bakıver!
dedim. Halid, atının gemini çekip arkasına doğru eğilince, atını mahmuzlayıp hücuma kalktı. Biz de onunla birlikte hücuma kalktık. Dağın üzerinde 5-10 kişi bulduk. Onları öldürdük. Sonra Müslümanların ordugahına girdik.
Zafer yenilgiye dönüşmüş, Müslümanlar bir anda darmadağın olmuşlardı. Hz.Peygamber (s.a.s), çevresinden ayrılmayanlarla birlikte dağa doğru çekiliyordu. O günkü durum, Kur’an-ı Kerim de şu şekilde anlatılıyor:
Gerçekten Allah, (size olan yardım) vaadini doğruladı (yerine getirdi). Hani O'nun izniyle onları (Uhud'da) kırıp geçiriyordunuz. Fakat sevdiğiniz (zaferi ve bıraktıkları ganîmet)i size gösterdikten sonra, (Peygamberin verdiği) emir hakkında gevşediniz, (yerlerinizde kalıp kalmamak hususunda) tartıştınız ve (emre) karşı geldiniz: Kiminiz dünyayı (ganîmeti) istiyor, kiminiz de (emre bağlı kalarak) âhireti istiyordu. Sonra (Allah), sınamak için onlar(a karşı başarı)dan sizi geri koydu (yenilgiye uğrattı). Bununla beraber sizi bağışladı. Allah mü'minlere karşı çok lütufkârdır.
3/152
(Uhud Gazvesi'nde Ayneyn gediğine yerleştirilen nöbetçi okçular, düşmanın bir an bozulması üzerine ganîmet alınıyor zannıyla, Rasûlullah (s.a.v.)'den emir gelmeden yerlerini terketmişlerdi. Mekkeli müşrikler de hemen oradan geçerek müslümanları arkadan sarmışlar ve müslümanlar bunun üzerine birden paniğe kapılmışlar, kaçmışlardı.)
O vakit (Uhud Gazvesi'nde) Peygamber arkanızdan: ("Ey Allah'ın kulları! Ben Allah'ın Peygamberiyim, bana gelin" diye) çağırdığı halde, siz sürekli (savaş meydanından) uzaklaşıyor, (kaçıp dağa çıkıyor) kimseye dönüp bakmıyordunuz. Bunun üzerine (Allah), ne elinizden giden (zafer)e ne de başınıza gelen (musîbet)e üzülmemeniz için size keder üstüne keder verdi. Allah yaptıklarınızdan haberdârdır.
3/153
(Sonunda müslümanlar savaşı kazanmasalar da, Allah'ın bağışlamasıyla tekrar toparlanıp mutlak bir bozgundan kurtuldular ve müşrikleri Mekke'ye doğru kovaladılar.)
Hz.Peygamber’in (s.a.s) ve Yanındaki Sahabilerin Mücadelesi
Hz.Peygamberin (s.a.s) yanındaki sahabeler yağan oklara ve müşriklerin saldırılarına karşı kendilerini siper ediyor, Hz.Peygamberi (s.a.s) korumaya çalışıyorlardı. Sahabenin önde gelenlerinden pek çok kimse şehid oldu. Hz.Peygamberin (s.a.s) amcası Hz.Hamza (r.a) da bunlar arsındaydı.
***
Katade (r.a) de o gün Hz.Peygamberin (s.a.s) yanında bulunanlardandı. Hz.Peygamberin (s.a.s) önünde dikilerek müşriklere ok atıyordu. Sonunda kendisi de bir okla vuruldu ve göz bebeği yanağının üzerine aktı. Çıkan gözüyle birlikte Hz.Peygamberin (s.a.s) yanına geldi. Onu görür görmez Hz.Peygamberin (s.a.s) gözleri yaşardı:
- Ey Katade bu ne hal!
- Görmüyor musun ya Resulallah! (s.a.s)
- İstersen sabredersin, Cennet senin için hazırlanır. İstersen senin için Allah’a yalvarayım, gözün eski haline gelsin?
- Muhakkak ki, Cennet büyük bir mükafat fakat benim genç ve güzel bir hanımım var. Onun gözümü bu halde görmesini istemem. Ya Rasulallah! (s.a.s) Sen hem gözümü eski haline getirsen, hem de benim için Allah’tan (c.c) Cennet dilesen olmaz mı?
- Ey Katade! Öyle yapayım!
Katade’nin gözünü yerine koydu ve dua etti:
- Allah’ım Katade, kendisini Resulüne feda etti. Sen de onun bu gözünü öbüründen güzel yap!
Ardından da Cennetlik olması için dua etti. Katade’nin (r.a) okla vurulan gözü, diğerinden daha dayanıklı ve daha güzeldi.
***
Çarpışmalar sırasında Hz.Peygamber (s.a.s) de yaralandı. Atılan taşlarla alnı ve alt dudağı yarıldı. Alt çenesindeki kesici dişi kırılmıştı. Aldığı kılıç darbeleriyle de sağ omuzu yaralandı ve başındaki miğferi parçalandı. Miğferin halkalarından ikisi şakaklarına saplandı.
Hz.Ebubekir (r.a) anlatıyor:
- Uhud günü, halk Resulullah (s.a.s)’ın yanından dağılıp uzaklaştığı zaman, ben onun yanına koşanlardan ilkiydim. Arkamdan birisinin de kuş gibi Resulullah (s.a.s)’ın yanına erişmek istediğini gördüm. O da Ubeyde bin Cerrah’tı. Resulullah (s.a.s)’ın miğferinin halkalarından ikisinin şakaklarına battığını görünce Ebu Ubeyde bana: “Allah aşkına Rasulullah (s.a.s) ile aramdan çekil de Resulullahın (s.a.s) yanağındaki halkayı ben çıkarayım!” dedi. Halkalardan birisini, ön dişleriyle çekip çıkarırken, bir dişi çıktı. Sonra Resulullah’ın (s.a.s) diğer yanağına baktı. Yine bana “Benimle Resulullah’ın (s.a.s) arasından sen çık!” dedi. Halkalardan ikincisini çekip çıkarırken de ikinci dişi çıktı. Bunun için iki dişi eksikti.
Hz.Peygamber (s.a.s), zırhı üzerinde olduğu halde Sad bin Muaz (r.a) ve Sad bin Ubade’nin (r.a) arasında, her ikisine de dayanarak, Uhud dağının yukarılarına doğru çıkarıldı. Yaralı ve güçten düşmüş durumda bulunduğu için, öğle namazını ancak oturarak kılabildi.
Bu arada Hz.Peygamberin (s.a.s) öldürüldüğü haberi yayılmıştı. Müslümanlar Hz.Peygamberi (s.a.s) sağ salim olarak görünce ferahladılar. Hz.Peygamber de (s.a.s) Müslümanların yeniden toparlandığını görünce rahatladı. O sırada müşrikler Uhud dağına tırmanmaya çalışıyorlardı. Hz.Peygamber (s.a.s), müşriklerin dağdan indirilmelerini emretti. Müslümanlar taş ve ok atarak müşrikleri indirmeyi başardılar.
Bu sırada Müslümanları tatlı bir uyku sardı. Zübeyr bin Avvam (r.a) der ki:
- Uhud’da korkunun üzerimize en çok çöktüğü bir sırada, ben Rasulullah’ın (s.a.s) yanındaydım. Derken Allah (c.c), bize uyku verdi. Mü’minlerden bir kimse yoktu ki, çenesi, uyumaktan göğsüne düşmüş olmasın.
Ebulyeser (r.a) der ki:
- Müşriklerin aşağımızda bulundukları sırada, Rasulullah’ın (s.a.s) yanında kavmimden ondört kişi görmüştüm ki, hepimiz uyukluyorduk. Uykuya dalıp da başı, yayı ile tokuşmayan kimse yoktu.
Kur’an- Kerim de o günden şöyle bahseder:
Sonra (Uhud Gazvesi'nden kesin zafer elde edememekle gelen) bu kederinin arkasından Allah üzerinize öyle bir güven ve (bunun yol açtığı bir) uyku hâli getirdi ki, o hal içinizden bir kısmını sarıyordu. (Münâfık olan) diğer bir kısım da canlarının derdine düşmüş, Allah'a karşı, câhiliye devrindeki gibi haksız bir zanda/düşüncede bulunarak: "Bu işten bize ne?" diyordu. (Ey Rasûlüm!) "Bütün iş (yetki ve karar) Allah'ındır" de. Onlar, senin huzûrunda açığa vuramadıklarını, içlerinde gizliyorlar ve: "Bu işte bizim bir payımız olsa (sözümüz tutulsa veya Muhammed'in vaadi yerine gelse) idi, biz burada, öldürülmezdik" diyorlar. (Rasûlüm! Yine) de ki: "Evlerinizde olsaydınız bile, üzerlerine ölüm yazılmış olanlar, devril(ip öl)ecekleri yerlere mutlaka çıkıp gideceklerdi. Bu, Allah'ın gönlünüzdeki (ihlâs ve fitne gibi) şeyleri yoklaması ve kalplerinizdeki (vesveseleri) temizlemesi içindir. Allah, sînelerdekini hakkıyla bilicidir."
3/154
Savaşın Sona Ermesi
Müşrik ordularının başında bulunan Ebu Süfyan, artık Uhud’dan ayrılıp gitmek istiyordu. Atı üzerinde Müslümanların yakınına doğru geldi:
- Müslümanlar, aranızda Muhammed var mı?
diye üç kere seslendi. Hz.Peygamber (s.a.s) cevap verilmesini istemedi. Ebu Süfyan,
- Aranızda Ebu Kuhafe’nin oğlu (Ebubekir) var mı?
diye sordu. Hz.Peygamber (s.a.s) yine cevap verilmemesini istedi.
- Aranızda Hattab’ın oğlu var mı?
diye sordu. Yine Hz.Peygamber (s.a.s) cevap verilmemesini istedi. Bunun üzerine Ebu Süfyan, arkadaşlarına dönerek,
- Herhalde hepsi öldürülmüşler!
dedi. Bunun üzerine Hz.Ömer (r.a) dayanamayarak,
- Ey Allah’ın düşmanı! Vallahi sen yalan söylüyorsun! İsimlerini saydığın kişilerin hepsi de sağdırlar! Allah (c.c) seni zelil ve hakir bırakmak için onları sağ bıraktı! İşte Rasulullah, (s.a.s) işte Ebubekir (r.a), işte ben!
dedi. Ebu Süfyan, sesini olanca gücüyle yükselterek,
- Bizi zafere eriştirdin, Hübel! Bu Uhud günü, o Bedir gününün karşılığıdır! Yükselt dinini Hübel! Yükselt dinini Hübel!
diye bağırdı. Hz.Ömer, (r.a)
- Ya Resulallah! (s.a.s) Cevap vereyim mi?
- Cevap ver!
- Ne şekilde cevap verelim?
- “En yüksek ve yüce olan Allah’tır! (c.c)” diyin.
- Bir gün yenildik, bir gün yendik! Bir gün üzüldük, bir gün de güldük! Filana karşı, filanı; filana karşı da filanı öldürdük!
- Biz sizinle bir değiliz. Bizden öldürülenler Cennette, sizinkiler Cehennemdedir!
- Yanıma gel ey Ömer!
Hz.Peygamber (s.a.s),
- Git gör derdi nedir onun?
buyurdu. Hz.Ömer Ebu Süfyan’ın yanına indi:
- Ey Ömer! Allah aşkına doğru söyle! Muhammed’i öldürdük mü?
- Hayır vallahi, öldürmediniz. Şimdi O, söylediklerinizi dinliyor!
Ebu Süfyan ve arkadaşları ayrılacağı sırada,
- Gelecek yıl, Bedir’de sizinle çarpışmaya söz veriyoruz!
diye seslendiler. Hz. Ömer (r.a) durdu. Hz.Peygamberin (s.a.s) ne söyleyeceğini bekledi. Hz.Peygamber (s.a.s),
- Olur! “Orası, İnşallah bizim ve sizin buluşma yerimiz olsun” de!
buyurdu. Hz.Ömer (r.a) de,
- Olur!
diye cevap verdi. Ebu Süfyan ve arkadaşları, ordugahlarına döndüler ve Medine’ye doğru yola çıktılar.
Medine’ye Dönüş
Müslümanların bozulduğu ve Hz.Peygamberin (s.a.s) şehid edildiği haberi Medine’ye ulaşır ulaşmaz, On civarında kadın, yaralılara yardımcı olmak için Uhud’a kadar koşup gelmişlerdi. Hz.Peygamberin (s.a.s) kızı Hz.Fatıma (r.a) da onların arasındaydı. Hz.Peygamberi (s.a.s) kanlar içinde görünce göz yaşlarıyla boynuna sarıldı. Hz.Ali (r.a) kalkanıyla yaraların üzerine su döküyor, eşi Hz.Fatıma (r.a) ise akan kanı yıkıyordu. Uğraşmalarının sonunda kanamaları durdurdular.
Diğer hanımlar da savaş meydanındaki diğer yaralılara su veriyor ve yaralarını sarıyorlardı. Şehid olan Müslümanların sayısı 70 kişi civarındaydı. Çoğunluğunu Medineli Müslümanlar oluşturuyordu. Müşriklerden öldürülenlerin sayısı ise 22 kişiydi. Hz.Peygamber (s.a.s), şehidlerin çokluğu sebebiyle, her kabire ikişer, üçer kişi konulmasını emir buyurdu. Cenaze namazları Hz.Peygamber (s.a.s) tarafından onar kişilik gruplar halinde kılındı.
Şehidlerin gömülme işi bittikten sonra, Hz.Peygamber (s.a.s) atının getirilmesini istedi. Atına bindi. Yaralılar ve Uhud’a yardım için gelen kadınlar da yanlarında oldukları halde Medine’ye doğru yöneldiler. Hz.Peygamber (s.a.s), kapısının önüne kadar atının üzerinde geldi. Yardım edilmeden de atından inemedi. Sad bin Muaz (r.a) ve Sad bin Ubade’ye (r.a) dayanarak evine girdi. Kılıcını yıkaması için kızı Fatıma’ya (r.a) verdi ve
- Allah bize Fethi nasib edinceye kadar, müşrikler bir daha bizi bunun gibi bir musibete uğratamayacaklar.
buyurdu.
Bişr bin Akrabe (r.a) anlatıyor:
Babam Akrabe, Uhud günü şehid olunca, ağlayarak Hz.Peygambere (s.a.s) gittim:
- Ey sevgilicik! Sen ne diye ağlıyorsun? Sus, ağlama! Senin baban ben, annen de Aişe olursa, razı olmaz mısın?
buyurdu.
- Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah! (s.a.s) Razı olurum!
dedim. Eliyle başımı okşadı. Başımda elinin değdiği yerin saçları siyah kaldı. Diğer yerlerin saçları ağardı.
Uhud’da uğranılan yenilgi üzerine inen ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
(Bedir Gazvesi'nde kâfirlerin başına musîbetin) iki katını getirdiğiniz halde (Uhud Gazvesi'nde) size bir (kat) musîbet gelince mi "(Peygamber bizimle beraber ve biz de müslüman olduğumuz halde) bu nereden geldi?" dediniz. De ki: "O (belâ), kendi tarafınızdan (ve Peygambere itaat etmeyişinizden)dir." Şüphe yok ki Allah her şeye kâdirdir.
3/165
(Bedir Gazvesi'nde müşrikler yetmiş ölü ve yetmiş esir vermişler, Uhud Gazvesi'nde ise müslümanlardan yetmiş şehid verilmiştir.)
Eğer siz (Uhud'da) yara aldı iseniz, (Bedir Gazvesi'nde düşmanınız olan) o kavim de benzeri bir yara almıştı. İşte biz, o günleri (bazen gâlibiyet ve bazen mağlûbiyet şeklinde) insanlar arasında döndürür dururuz. Bu da, Allah'ın gerçekten îman edenleri ortaya çıkarması ve sizden şâhitler edinmesi içindir. Allah, zâlimleri sevmez.
3/140
(Bir de) Allah'ın, mü'minleri (seçerek, günahlarından) temizlemesi ve kâfirleri mahvetmesi içindir.
3/141
Takip
Hz.Peygamber (s.a.s) ertesi gün sabah namazını kıldırdıktan sonra Bilal’e (r.a) bir duyuru yapmasını emretti. Bilal (r.a) de istenilen duyuruyu yaptı:
- Resulullah (s.a.s), düşmanınızı takip etmenizi size emrediyor! Dün Uhud’da bizimle çarpışmada bulunmayanlar gelmeyecek, ancak çarpışmada bulunanlar gelebilecekler!
Hz.Peygamber (s.a.s) bu tedbire, Kureyş müşriklerinin geri dönüp Medine’ye saldırmaları ihtimalini göz önüne alarak başvurmuştu. Yerine Medine’de İbn-i Ümmü Mektum’u (r.a) bırakarak yola çıktı. Uhud’da bulunan mücahidlerden 70 kadarı davetine hemen icabet ettiler. Çoğunluğu yaralı olmalarına rağmen yolda başkaları da onlara katıldılar. Yolda yanlarına Medine’deki münafıkların reisi, Abdullah bin Übey, gelerek “Ben de hayvanıma binip seninle birlikte takibe çıkayım mı?” diye sordu fakat “Hayır!” cevabını aldı.
Bu sırada müşrikler geri dönüp dönmeme konusunu aralarında konuşuyorlardı. Bir kısmı savaşı kazanmış durumdayken Medine’ye de girmeleri gerektiğini söylüyordu. Fakat içlerinden Saffan bin Ümeyye buna karşı çıkıyordu:
- Siz onları yendiniz. Artık Mekke’ye dönün. Üzerlerine gitmeyin. Bu taktirde zafer sizde kalacaktır. Bedir’de yenilerek Mekke’ye dönüp gittiğiniz zaman, onlar da sizi takip etmediler. Zafer onlarda kaldı. Şimdi Müslümanlar bize çok kızmış durumdalar. Savaştan önce ayrılıp Medine’ye dönenlerin de toplanıp gelmelerinden korkarım. Zafer bizde iken, Mekke’ye dönelim. Mekke’ye dönmezsek, zaferin bizde kalacağından emin değilim.
Gece olduğunda Medine’nin 12 km. kadar dışında konaklandı. Müşrikler de kendilerinden fazla uzak olmayan bir yerde konaklamışlardı. Hz.Peygamber (s.a.s), mücahidlerin mümkün olduğunca geniş bir alana yayılmasını ve herkesin kendisi için bir ateş yakması istendi. Yakılan ateşlerin sayısı beş yüzü buluyor ve ışıkları en uzak yerlerden görülebiliyordu. Çok sayıdaki ateş öbekleri uzaktan sanki büyük bir ordunun konakladığı izlenimini veriyordu. Durumu haber alan müşriklerin tüm hırs ve niyetleri kayboldu. Kalplerine korku düştü. Medine’ye dönme tartışmalarına son vererek acele bir şekilde Mekke’ye geri döndüler. Müslümanlar, üç gece aynı şekilde konakladıktan sonra Medine’ye döndüler.
<<<Öceki Sayfa Sonraki Sayfa>>>
Kaynaklar : | Peygamberler Tarihi – M.Asım Köksal Hz.Muhammed’in Hayatı – Martin Lings Feyzü’l Furkan – Hasan Tahsin Feyizli |